Dua’nın Adabına Uymayan Mümine Peygamberimizin Cevabı. By hadisdua | 12 Kasım 2016. Dua’nın Adabı Nasıl olur . En güzelini peygamber efendimizin (s.a.v) dilinden dinleyelim. Allah bizim tüm dularımızın böyle adabına uygun olmasını nasip etsin. loading Hz. Peygamber’in (s.a.v) mescitte oturdukları bir gün adamın biri Peygamberimizin kabir ziyareti ile ilgili hadislerinde de mezar ziyaretinin yapılması sayesinde hem ölü yakının anımsanması hem de o kişiden ibret alınması hususları önemsenerek bu durum tüm Müslümanlara tavsiye edilmiştir. Fakat öyle ki Müslümanlığın esaslarına aykırı olacak şekilde kabir ziyaretlerinde dinin 3. Peygamberimizin konuşma adabı ile ilgili tavsiyeleri nelerdir? Kısaca yazınız. Cevap: Gıybetten, fitneden ve boş konuşmaktan sakınmamızı emretmiştir. Konuşurken muhatabımızı kırmadan nazik bir şekilde konuşmalıyız. Topluluk içerisinde fısıltı halinde kendi aranda konuşmayı tavsiye etmemektedir. Hazreti Peygamberin eğitiminin hedeflerini, ana hatlarıyla tesbît etmemiz gerekirse, bunlardan bir kısmını maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz: 1-İyi insan yetiştirmek, insanın hayrına olan her şeyi teşvîk etmek, 2-İbâdet duygusunu geliştirmek, insanın aklını ve rûhunu eğitmek ve düşünceyi geliştirmek. Ders14: Peygamberimizin Ahlaki Özellikleri, Yeme İçme Adabı Bu dersimizde peygamberimizin ahlaki özellikleri, yeme içme adabı konularını işliyoruz. Ders 15: Peygamber Kıssaları: Hz. o Ramazan ayı ve kültürümüze olan etkisi ile ilgili araştırma yapalım. p) Selamlaşma adabı hakkında araştırma yapalım. r) Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğütleri bulup, büyük kartonlara yazalım ve sınıfa asalım. s) Peygamberimizin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e olan sevgisini araştıralım. XwXzWF. Allah Resûlü’ne itaat husûsunda gayret göstermek, kişiyi Allah tarafından sevilen kullardan olma şerefine nâil eder. Allah ve Resûlü’ne muhabbet ve itaat ne­tî­ce­sin­de mü­’min­de; Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şef­kat, merhamet, ken­di im­kân­la­rı­nı din kardeşleriyle pay­la­şa­bil­me, affedebilme, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilme gibi güzel has­let­le­r, rûhânî bir zevk ve lez­zet hâ­li­ne ge­ varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya ona nisbeti bulunan her şeye sirâyet eder. Meselâ mü’minler için, binlerce dağ arasında Uhud Dağı’nı farklı ve müstesnâ kılan, Resûlullah’ın ona olan husûsî muhabbetidir. Yine hicretten evvel sıradan bir şehir olan “Yesrib”i daha sonra “Medîne-i Münevvere” hâline getirip bütün ümmete sevdiren husus da, onun, Resûlullah’ın muhabbetiyle sırılsıklam yıkanmış mübârek bir mekân oluşudur. Gerçekten “Medîne-i Münevvere”nin, mü’minlerin gönlünde hiçbir şehirle kıyaslanmayacak derecede bir muhabbete mazhar olması, onun zikredildiği her an Peygamber Efendimiz’i hatırlatmasındandır. İşte bunun gibi Allâh’ı sevmek de, O’nun en çok sevdiği Peygamber Efendimiz’i sevmeyi ve O’na tâbî olmayı gerektirir. Nitekim Cenâb-ı Hak “Resûlüm! De ki, siz gerçekten Allâh’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin…” Âl-i İmrân, 31 buyurmuştur. Yâni Allah Resûlü’ne itaat husûsunda gayret göstermek, kişiyi Allah tarafından sevilen kullardan olma şerefine nâil eder. Allah ve Resûlü’ne muhabbet ve itaat ne­tî­ce­sin­de mü­’min­de; Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şef­kat, merhamet, ken­di im­kân­la­rı­nı din kardeşleriyle pay­la­şa­bil­me, affedebilme, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilme gibi güzel has­let­le­r, rûhânî bir zevk ve lez­zet hâ­li­ne ge­lir. Nitekim Ashâb-ı Kirâm, Resûlullah’ın ha­kî­ka­ti­ne yak­la­şa­bil­mek için, O’nun et­râ­fın­da âde­ta per­vâ­ne olup O’nda fâ­nî ol­ma­yı dün­yâ­nın en bü­yük nî­me­ti bilmiş ve bu sû­ret­le ilâ­hî lu­tuf­la­ra nâil ol­muş­lar­dır. Tâ­rih bo­yun­ca Peygamber Efendimiz’in üs­ve-i ha­se­ne­sin­den, yâni örnek şahsiyetinden lâyıkıyla na­sîb alan mü’­min­ler de, fıt­ratlarında­ki ilâ­hî neşvele­ri ol­gun­laş­tı­ra­rak îman ve ahlâk bakımından zirveleşmişler, in­san­lı­ğa hidâyet meş’ale­leri ol­muş­lar­dır. Has­ta ve gâ­fil kalp­le­rin en mü­es­sir der­mâ­nı, Resûlullâh’a olan mu­hab­bet ve O yüksek karaktere hayranlık netîcesinde meydana gelen “sünnete ittibâ”dır. Efendimiz, çok sevdiği ümmetiyle cennette de berâber olmayı arzuladığından, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği her husûsa ümmetinin de dikkatle riâyet etmesini isterdi. Rabbimiz, âyet-i kerîmede, Rasûlü’nün ümmetine olan düşkünlüğünü şöyle beyan buyurmaktadır “Şânım hakkı için, size içinizden öyle bir Peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir, O size çok düşkündür, üstünüze titrer, mü’minlere gayet merhametli ve şefkatlidir.” et-Tevbe, 128 PEYGAMBERİMİZDEN 3 ALTIN TAVSİYE Biz ümmetine böylesine düşkün olan Efendimiz’le Kevser Havuzu’nun başında buluşabilmek için O’nun tavsiyelerine cân u gönülden kulak vermemiz îcâb etmektedir. İşte Resûlullah’ın titizlikle icâbet etmemizi istediği mühim tavsiyelerinden birkaçı 1. Tefekkür et! Allah Resûlü buyurur Rabbim bana susma hâlimin tefekkür olmasını emretti, ben de size tavsiye ederim.[1] Cenâb-ı Hak, bütün mahlûkâta onların husûsiyetlerine göre bir tefekkür kâbiliyeti ihsân etmiştir. İnsanların ve cinlerin dışındaki mahlûkâtın tefekkürüne “sevk-i tabiî” denir. O tefekkür, bedenî hayâtın devâmı içindir. Hayvanâta, karnını doyurması, kendini koruması ve teselsülü gibi hususlarda yardımcı olur. İnsana ise tefekkür, rûhânî yapısını güçlendirip Cenâb-ı Hakk’a yakın ve güzel bir kul olabilmesi için lutfedilmiştir. Hâl böyleyken, insanın tefekkür nîmetini sırf dünyevî ve nefsânî menfaatlerine hasrederek ziyân etmesi, ne fecî bir hüsrandır! İnsan, hayâtı boyunca tefekkür ve duygu derinliğinde ne kadar yükselir ve dirâyet kazanırsa, ilâhî muhabbetten o kadar nasîb alabilir ve ölüm ötesindeki saâdeti de o nisbette artar. Tefekkür, insanoğlunu beşerî kemâlâtta zirvelere götürecek en büyük vâsıtalardan biridir. Hidâyet rehberimiz Kur’ân-ı Kerîm, insanı ilk âyetinden son âyetine kadar, derin derin tefekküre dâvet ederek insanın yaratılışındaki hikmetleri, kâinattaki hârikulâde nizâmı ve Kur’ân-ı Kerîm’in eşsiz bir beyan mûcizesi olduğunu düşünmeye sevk eder. “Akıl etmiyor musunuz?”, “Tefekkür etmez misiniz?”, “İbret almaz mısınız?” gibi ifadelerle insanları îkâz eder. Dolayısıyla insanlık haysiyetine lâyık bir şekilde yaşamak isteyen herkes, Kur’ân-ı Kerîm’in rehberliğinde bir tefekkür iklîmine girmeye muhtaçtır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur “Onlar, Allâh’ın, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi, ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yarattığını, hiç kendi kendilerine tefekkür etmediler mi?..” er-Rûm, 8 “Biz ilk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır! Doğrusu onlar, yeniden yaratılış ölümden sonra dirilme husûsunda şüphe içindedirler. Andolsun ki insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız.” Kâf, 15-16 Ümmete örnek şahsiyet olarak lutfedilen Allah Resûlü de, varlıklar âlemi ve onun hikmet sâhibi Yaratıcı’sı hakkında sık sık tefekkürde bulunurdu. Zarûret olmaksızın konuşmazdı. Sükûnet hâli uzun sürerdi. Ümmetini de her fırsatta Allâh’ın yarattıkları üzerinde tefekküre dâvet eder,[2] tefekkürün müstesnâ bir ibâdet olduğunu ifade buyururdu.[3] 2. Allah’ı zikret! Nebevî tavsiyelerine devamla Peygamber Efendimiz şöyle buyurur Rabbim bana konuşma hâlimin zikir olmasını emretti, size de tavsiye ederim. Sevenler, sevdiklerini, duydukları muhabbetin şiddeti nisbetinde yâd etme ihtiyâcı hissederler. Diğer taraftan o yâd ediş de sevilene karşı duyulan muhabbeti artırır. Îmânın lezzetinden nasîb alanlar, bu istikâmette merhale katettikçe Cenâb-ı Hakk’a muhabbetleri kadar O’nu zikredişleri de artar. Allâh’ı zikretmek, hiç şüphesiz ki “Allah” lafzını sadece kelime olarak tekrarlamak değil, O’nu yüksek bir şuur ve idrâk hâlinde, tahassüs merkezi olan kalbe yerleştirmektir. Zîrâ âyet-i kerîmede şöyle buyrulur “Şunu iyi biliniz ki, kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle mutmain olur huzur bulur.” er-Ra’d, 28 Hazret-i Ayşe’nin bildirdiğine göre Resûlullah, her ânında Allah Teâlâ’yı zikir hâlindeydi.[4] Cenâb-ı Hak bizim de aynı hâl üzere olmamızı isteyerek şöyle buyurmaktadır “…Rabbini çok çok zikret ve akşam-sabah tesbîh et!” Âl-i İmrân, 41 “O korkulu zamanda namazı kıldıktan sonra, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yanlarınız üzerinde, hep Allâh’ı zikredin...” en-Nisâ, 103 Allah Teâlâ bu âyette, savaş gibi korku, tehlike ve bâdirelerle dolu bir anda bile zikirden gâfil kalınmaması gerektiğini, her hâlükârda kalplerin kendisiyle beraber olmasını emretmektedir. İnsanın gaflete düşmemesi için zikir şarttır. Zîrâ Cenâb-ı Hak “Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! İşte onlar fâsıklardır.” el-Haşr, 19 buyurur. Yine Yüce Rabbimiz, Hazret-i Mûsâ ve Hârun’u Firavun’a gönderirken “Sen ve kardeşin, birlikte âyetlerimi götürün ve Ben’im zikrimden uzaklaşmayın!” Tâhâ, 42 buyurmuştur. Kalbi “Yâ Rabbî!” demekte olan birinin ağzından yanlış bir söz çıkamaz, o kimse haksızlık yapamaz, mahlûkâta şefkatsiz davranamaz. Zîrâ zikreden kimse, Allâh’ın Rahmân ve Rahîm esmâsının tecellîlerine mazhar olur. Zikirle meşgul olan ve kalbi Allâh ile birlikte bulunan kimsenin ibâdet hayâtı da zirveleşir. Nitekim Peygamber Efendimiz “Rabbini zikreden bir kimse ile etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.” buyurmuştur. Buhârî, Deavât, 66 3. İbret Al! Üçüncü tavsiye olarak Allah Resûlü şöyle buyurur Rabbim bana, bakışımın ibret olmasını emretti, ben de size tavsiye ederim. Cenâb-ı Hak, eşyâya ve hâdiselere ibret nazarıyla bakan kullarını medhetmekte, âyetlerini böyle kulları için açıkladığını bildirmektedir. Âyet-i kerîmelerde insanlar, çevrelerindeki varlıklardan ve hâdiselerden ibret almaya sevk edilerek şöyle buyrulur “İnsanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” el-Ğâşiye, 17-20 “Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi?..” Muhammed, 10 İlim ve irfânın en mühimi, varlıkların hâl lisânına âşinâ olabilmektir. Mevlânâ Hazretleri, bu devresini “piştim” ve “yandım” diyerek ifade eder. Mesnevî’sinde bütün varlıklarla konuşur, onların hâl lisânına tercümân olur. Bunlardan biri de gül ile konuşmasıdır. Mevlânâ Hazretleri, gül ile âdeta hasbihâl ederek şöyle der “Gül, o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı. Bu hakîkati gülden de işit. Bak, o ne diyor Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesîlesiyle, âleme güzellikler ve hoş kokular sunma imkânına kavuştum.” Yûnus Emre Hazretleri de, sarı çiçekle konuşur, onun dilinden kâinâtın hikmet ve sırlarını anlar ve anlatır. Sâdî-i Şîrâzî “Akıl sâhipleri nazarında yeşil ağaçların her bir yaprağı, insanı mârifetullâha ulaştıran bir kitaptır. Gâfiller için ise, bütün ağaçlar bir yaprak bile değildir.” der. İNSANIN İÇ DÜNYASINI OLGUNLAŞTIRAN HASLETLER Velhâsıl, tefekkür, zikir ve bakışın ibret olması gibi ulvî hasletler, insanın, iç âlemini tezkiye ve tasfiye ederek olgunlaşması için zarûrîdir. Resûlullah, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine bu hususları bilhassa emrettiğini bildirmiş ve ümmetinin de bu mevzularda dikkatli olmasını istemiştir. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ne güzel buyurur “Peygamber Efendimiz’in sünnetine tâbî olma nîmetine nâil olan kimse ne kadar bahtiyardır. Bugün O’nun dîninin hak olduğuna inanarak yapılan küçük bir iş bile büyük işler mesâbesinde kabûl edilir…” Mektûbât-ı Rabbânî, 44. Mektûb Rabbimiz, biz kullarını Habîb-i Ekrem’inin sünnetine lâyıkıyla ittibâ eden bahtiyarlar zümresine ilhâk eylesin! Zîrâ hayâtı, Efendimiz’in yüce ahlâk ve tavsiyeleri istikâmetinde yaşamak, iki dünyâmızı da bayrama dönüştürme vesîlesidir. Bu âlemdeki fânî ıztırapları ebedî huzur, acı gözyaşlarını sonsuz tebessüm, içli feryatları da birer cennet sadâsı eyleyebilecek yegâne saâdet reçetesi, Efendimiz’in yüce ölçülerinde; şefkat, merhamet ve şefâatinde gizlidir. Bu dünyâda idrâk ettiğimiz bayramlar, her şeyden önce bu yüce hakîkatler etrafında yaşanmalı ki, gerçek ve sonsuz bayramlara nâil olabilelim. Bu hakîkatler içinde ise, tefekkür var, zikir var, âlemi ibretle temâşâ var… Kısacası Hazret-i Peygamber’in yüce ahlâkına bürünmek var; diğergâmlık var, paylaşmak var... Cenâb-ı Hak insanları birbirine muhtaç bir hâlde yaratmıştır. Toplumda güçlüler-kuvvetliler olduğu gibi, zayıflar, sakatlar ve muhtaçlar da dâimâ mevcut olacaktır. O hâlde kendimize sormalıyız “Cenâb-ı Hak bu insanları niye muhtaç olarak yarattı?” Cevâbıysa mâlum “Muhtaç olanlar, muhtaç olmayanlar için ilâhî bir emânettir.” Bu mes’ûliyeti bizzat Cenâb-ı Hak veriyor. Düşünmek gerekir ki, varlıklılar yoksulların yerinde; yoksullar da varlıklı kimselerin yerinde olabilirdi. Dolayısıyla durumu iyi olanlar, muhtaçların noksanlarını telâfî etme mes’ûliyetini tam olarak idrâk etmelidirler. Çünkü bu dünyâ hayâtı, sonsuzluğun yanında çok kısa bir fasıldır. Belki o muhtaçlar, sabır ve şükürleri neticesinde âhirette çok büyük nîmetlere gark olacaklardır. Bir gün Resûlullah “–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı Kirâm “–Yâ Resûlallah! Hepimiz merhametliyiz.” dediler. Allah Resûlü ise “–Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, evet bütün mahlûkâta şâmil merhamet!..” buyurdular. Hâkim, IV, 185/7310 Onun için, toplumdan yükselen sessiz feryatları daha derinden duymamız gerekmektedir. Hiç şüphesiz bunların başında da, yalnızlığa terk edilmiş hasta ve yaşlılar, sokakların insafına bırakılmış çocuklar, menfî medyanın zehirli telkinleriyle gayr-i meşrû yollara sürüklenen, alkol ve narkotik batağında eriyen daha hayâtın bahârındaki gençler, dînî ve millî duygularını kaybeden körpe dimağlar gelmektedir. Bütün bunları hatırlayıp asıl mahrum ve muhtaç olan böyle insanlarımıza elimizin ve yüreğimizin uzandığı zamanlar, gerçek bir bayram hüviyetine kavuşmuş olur. Zîrâ bütün müslümanlar bir bedenin uzuvları gibidir. Dolayısıyla kaybettiğimiz her insan, sanki bu bedenden koparılmış bir parça hükmündedir. Nitekim Efendimiz, mü’minlerin bu hâlet-i rûhiye içinde olmasını arzu ederek şöyle buyurmuşlardır “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66 Düşünmeliyiz ki, toplumumuzdaki gâfilleri uyandıracak, garipleri ve muzdaripleri ihyâ edip gönüllerini sürûra gark edecek, insanlığı İslâm’ın güler yüzüyle tebessüm ettirecek hakîkî bayram, hangi rûhî hamleye muhtaçtır? Dünyânın farklı coğrafyalarındaki mazlum ve mağdur din kardeşlerimizle nasıl bayramlaşmalıyız? Onlara gidecek bayram tebriğimiz nasıl olmalı? Kanadı kırık bir kuş gibi muzdarip olan mazlumlara, yetimlere, muhtaçlara yüreğimiz ve duâlarımız ne kadar uzanabilecek? Onların yüzlerinde bizlere hakîkî bayram neşesi olacak, gönüllerimize bahar ferahlığı bahşedecek bir tebessüme vesîle olabilecek miyiz? Hâsılı, ebedî hayâtımızı huzur ve saâdetle dolduracak gerçek bayramlar, bu suâllere güzelce cevap verebildiğimiz zamanlarda yaşanacak olan bayramlardır. Bu hakîkatler ışığında Hazret-i Peygamber’in yüce ahlâkına uygun olarak yaşayabilenlere ne mutlu! [1] Cezerî, Câmiu’l-Usûl, XI, 687/9317 [2] Bkz. Deylemî, II, 56. [3] Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XVI, 121. [4] Bkz. Müslim, Hayz, 117. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Öyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları İslam ve İhsan Ana sayfa » SistemUllah » Kuran-ı Kerim Okurken Dikkat Edilmesi Gerekenler! Kuran’ı Okuma Adabı 000000 Kuran-ı Kerim her zaman kılavuzumuz olmalı ve bizi ahiret hayatımızda daha iyi bir koşul için doğruya yönlendiren yegâne dayanağımız olarak kalmalıdır. Bu nedenle Kuran okumak elbette ki önemli kriterlerden birisidir. Ancak asıl önemli olan noktalardan birisi doğru okumak ve faziletlerinden faydalanmaktır. Kimisi için hızlı okumak, kimisi için anlamamak, kimisi içinse manasını kavrayamamak Kuran okurken yapılan en önemli yanlışlar arasındadır. Kuran-ı Kerim günahlarımız için sarılabileceğimiz en önemli halatlardan birisidir. Allah’ın rızasını almak için daha iyi bir yol yoktur. Ancak onu içten ve samimi olarak, hiçbir pazarlık ya da çıkar için olmadan okuduğumuzda, kalbimizi tamamıyla açtığımızda bunu sağlayabiliriz. Al-i İmran Suresi bunun için şöyle buyuruyor ’Allah’ın yolundan, kitabından, dininden kimse ayrılmasın, kimse buradan kopmasın. Hepinizi birer düşmanken kardeş kılan, nimetiyle ödüllendiren Allah’a dua edin ki sizi ateşlerle dolu çukurlardan alıkoysun. Açık açık olan bu ayetler siz doğru yola sevk olasınız diyedir’’. Bir sohbet esnasında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed ’Ya Muhammed, Allah’ı memnun etmek için onun en sevdiği amel nedir’’ diye sorulur. Bunun üzerine peygamberimizin cevabı ise ’Konup göçendir’’ oldu. ’Konup göçenler kim’’ diye soran adama peygamber efendimizin yanıtı ise ’Kuran-ı Kerimi tüm faziletiyle baştan sona okuyan, sona geldiğinde ise yeniden başa dönerek okuyan kimselerdir’’ oldu. Kuran-ı Kerim’i Doğru Okumanın Sırrı Kuran-ı Kerim’i okurken nağmeli bir biçimde okumak pek çok insanın yaptığı, yapmanın da doğru olduğu bir eylem olarak gördüğü davranışlar arasındadır. Aslında bu Allah katında olmasa da dünyada yapabileceğimiz güzel davranışlar arasındadır. Çünkü nağmeli okunan bir Kuran-ı Kerim kulağa hitap ettiği kadar kalbe etki eder. Bu daha fazla kişinin dikkatini çekmesini ve Kuran’a yönelmesini sağlar. Ancak Kuran-ı Kerim’i doğru okumak nağmeli okumaktan çok daha yeğdir. Çünkü Kuran yazıldığı dil olan Arapça ve okunma tarzı olarak mahreç yerlerine ve harflerin üzerlerinde bulunan medlere göre yazılıdır. Dolayısıyla bazı harflerde bu işaretler kelimenin okunuşunu uzatır ve anlamı değiştirebilir. Kuran-ı Kerim’i manasını anlayarak ve anlatarak okumak, idrak etmek ve sindirmek en önemli olandır. Hızlı hızlı okumak ya da nağmeli okumak yerine Kuran’ı anlayarak okumak doğru olandır. Kuran Okurken Nelere Dikkat Edilmeli? Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler arasında onlarca farklı nitelikten söz edebiliriz. Kuran-ı Kerim okunmadan önce bir hazırlık süreci yapılmalı ve kendimizi kalbimizle Allah’a yöneltmeliyiz. Kuran-ı Kerim abdestsiz bir biçimde kesinlikle dokunulmayacak kutsal bir kitaptır. Abdest almadan açıp Kuran okumak, cünüp veya regl iken abdestsiz bir biçimde Kuran’ı okumak kesinlikle önerilmez. Aynı zamanda böylesi dönemlerde Kuran’a dokunmak yasak, okumak ise serbest olsa da bu okuma yalnızca duaları kapsar. Sureleri kapsamaz. Bir zorunluluk olmamakla beraber eğer mümkünse Kuran okurken Kıbleye dönerek okumak yeğdir. Üst baş tertibi dahi Kuran’a saygısızlık olarak adlandırılabilir. Kirli elbiselerle, üzeri kan, idrar veya çeşitli pisliklerle kaplı olan elbiselerle Kuran başına elverişli olan hiçbir yerde Kuran okunmaması gerekir. Aynı zamanda Kuran okunan yerin temiz olması önemlidir. Lavabolarda, hamamlarda yani pisliğin aktığı yerlerde Kuran okumaya başlamadan önce evvela yapılması gereken şey Eüzü besmele çekmektir. Kuran okunduğu esnada okuyan hatip eğer esneme ihtiyacı duyarsa okumayı bırakmalıdır. Esnedikten sonra ise bıraktığı yerden devam etmelidir. Ayetler esneme ile birlikte ağızdan çıkmamalıdır. Kuran okumanın zamanı yoktur. Dileyen 24 saatlik dilimin istediği bir sürecinde bunu gerçekleştirebilir. Fakat geceleri ve şafak sökerken okunan Kuran’ın fazileti çok daha okunacak yerin sessiz olması önemlidir. Herhangi bir gürültü ya da Kuran’ı okurken dikkat dağıtacak bir unsur varsa şekilde Kuran okuyan kişinin laubali bir tavır sergilememesi gerekir. Ciddiyet bu esnada önemlidir. Kuran-ı Kerim’i okumak kadar anlamak da bir o kadar önemlidir. Manasının derinliğine inmek için mealine bakmalı aynı zamanda tefsirlerle bu anlamın içerisine girmeliyiz. Sevinç yaratan tüm müjdeli ayetlerde kul Kuran’ı okurken mutluluk duymalıdır. Azaba ya da cehenneme yönelik ayetlerde ise korku dolmalıdır. Bu samimiyet kalpten gelmeli ve yapmacık olmamalıdır. Tüm Kuran boyunca mahreçlerde durmalı, harekelere ve harflere doğru telaffuzla yaklaşmalıyız. Bunun için Kuran okumadan evvel tecvid kurallarını öğrenmek faydalı olur. Kuran okumayı bitirdikten sonra ağızdan çıkacak olan ilk söz ’Sadakallahül azim’’ olmalıdır. Bunun anlamı ’Allah’ın dediği doğrudur ben tasdik ettim’’ şeklindedir. Kuran-ı Kerim okumayı sonlandırdıktan sonra kapağını açık bırakmamalı, kaldırırken ise belimizden daha yüksek bir noktaya koymalıyız. Kuran’da yer alan secde ayetlerinin ardından secde edilmesi gerekir. Ancak bunu Kuran okumayı tamamen bitirdikten sonra da yapabilirsiniz. Duha suresini okuduktan sonra besmele çekmeden evvel her seferinde tekbir yani Allah-u Ekber getirmek okumayı bitirirken kısa bir dua ile bunu tamamlamalı, hemen akabinde ise Fatiha suresini bir kez Müslüman her gün Kuran’ın en az bir sayfasını ve isteğe bağlı olarak daha fazlasını okumalı, Allah’ın rızasını kazanmayı amaç edinmelidir.

peygamberimizin konuşma adabı ile ilgili tavsiyeleri nelerdir