Not1: Burası Muş'tur, burası Huş'tur konusu uzun süre tartışma konusu olmuştur, konunun uzmanları Muş olduğu konusunda karar vermişlerdir.Wikipedia'da ise türkünün yöresinin Elazığ olduğu yazıyor ama kaynak kişi olan Duriye Keskin Muş bölgesinde bir mahalli sanatçıdır, dolayısıyla Muş türküsü olması ihtimali çok daha yüksektir.
Türküler genel anlamda özlem, ayrılık, aşk ve benzer temalı olurlar. Bunun yanında türkülerin önemli hikayeleri olduğu da bilinir.
İç Anadolu Yöresine Ait Türkülerimiz. ~Yabandan gel (Konya yöresi) ~Halkalı şeker (Eskişehir yöresi) ~Fincanı Taşdan Oyarlar (Eskişehir yöresi) ~Fidayda (Hüdayda) (Ankara yöresi) ~Yeşil Ayna Takındın Mı Beline (Yozgat yöresi) ~Dal Boylum (Çankırı yöresi) ~Suya Gider Su Testisi Elinde (Çankırı yöresi)
Gündüz akşama dek ceza ederler Akşam da bağlarlar ellerimizi Musa Eroğlu’nun derlediği, Mut yöresine ait “Telli Turnam” türküsünde, “Telli turnam selam götür Sevgilimin diyarına Üzülmesin ağlamasın, Belki gelirim yarına” diyerek, telli turnadan sevgiliye kavuşmanın yakın olduğu haberini götürmesi istenir.
Eskitürküleri dinlemeyenimiz ve sevmeyenimiz yoktur.Özellikle kara önlüğümüzü giyip sınıfta mırıldandığımız o günler En Güzel Türküler adıyla yayına aldığımız derleme türküler, diğer tarzlarda yayında olan tüm listelerimiz gibi incelikle hazırlanmış ve 2020 yılın en güzel türküleri etiketiyle beğeninize sunulmuştur.
Erzurum yöresine ait sıra barlarından dördüncü barın adı da “Turna Barı”dır. Turna Barı nda biri kadın, diğeri erkek olmak üzere iki oyuncu, bir çift turnayı temsil ederler. Oyunda ara sıra ötüşme taklitleri yapılır. İki oyuncunun birbirleri etrafında dönmeleriyle oyuna başlanır.
v4ZX. Boş Beşik Dağlar deyip başlayalım. Yüce dağlar, koca dağlar, boy atıp bel veren dağlar. Yaz gelende on dördünde bir güzel gibi salınıp giden, kış gelende yağmuruna karına meydan okuyan, yüce mi yüce, dost mu dost dağlar. Kişioğluna el midir ki anılmasın bu dağlar! Onun yaşamının dışındamıdır ki bilinmesin! Derdine dert katan mıdır ki sevilmesin haa! İster boy verip başı göklere erişsin; Ağrı densin adına, ister her mevsimde başından duman eksilmesin; Palandöken diye anılsın. İsterse bir yanı deniz, bir yanı bağlık - bahçelik Toroslar olsun. Kimine geçim kaynağı, kimine yurt yeri, kimine mutluluk, kimine karacalı bir öyküdür dağlar... Sevda gibi, yar gibi, türkü olup dilden dile söylene gelen öykülü dağlar. Benzer bir ela göz geline dağlar... Öykümüzün geçtiği yer Toroslar. Güneyin dantel kıyılarında yekinip, Hakkari'nin ayakucundan deli-dolu akıp giden Zap'a kadar varan, dert alıp, derman veren Toroslar... Baharın ekinler çabuk göverir Toroslar'da. Haziran dedi mi kıyı kesiminin insanı öbek öbek Toros yaylalarını tutar ve Toros yaylalarının yörükleri yeni yeni otlaklar, yeni yeni su başları arar durur. Çadırlar toplanır, güzeller düşer yüklü develerin peşine, yürü ha yürü yürü ha yürü. Elmalı'dan Gömbe'ye, Gömbe'den Seki'ye, Sekiden Çiçek dağı'na. Bitip tükenmeyen yol, ardı - arkası gelmeyen göç; bıkmadan ve yorgunluğunu duymadan... Derler ki, çok eski zamanlarda bir gün, bu yörük obalarından biri gelip Gömbe yakınında Yanıkhan yöresine konuklar. Yanıkhanlıların önce pek canı sıkılır bu işe... Öyle ya, bir köyün hayvanı için yörenin otlağı az gelirken, buna bir de yörük obasının onca hayvanı ortak olursa can sıkılmaz mı buna? Sonra hayvan dediğin yazın yiyip kışın aç durmuyor ki... Kışı da var bunun. Neyse, yine de yüzü yumuşak Yanıkhanlıların. Böyle düşünseler de pek bir şey demezler Kırobalılara. Zaten yörük obası da orda kalıcı değildir. Şöyle, yeni bir otlak buluncaya kadar konmuştur Yanıkhan yöresine. Sonra, onca bağdan bahçeden çıkanı kime satacaklar? Elbette rastladıkları yörüklere. Ama az, ama çok. İşte Yanıkhanlı Fadime de yetim kardeşlerinin yiyeceği, asmadaki beş on salkımı keser, doldurup bir sepete vurur- gider yörük çadırlarına satmaya bir gün.. Nasıl satmasın ki, evin vergisinden tutun da üç yetimin yiyip içeceğine kadar her şey o'na bakıyor. Babası kuyu temizlerken boğulup ölmese, anasının ömrü yetseydi bu işler O'na kalır mıydı? O da el kızları gibi düğün bayramlarda giyinip-kuşanıp bir tek çeyizini çemenini düşünürdü. Ama neylesin ki hal böyle değil. Gerçi komşu oğlu Halil, hem babalık hem kardeşlik eden Fadime'ye ama, yine de Fadime düşünceli... Herşeye Halil koşsun ister mi? Zaten yeteri kadar yük oluyorlar O'na... İşte bunun içinde Halil şehre inince keser asmanın üzümlerini, varır gider yörük çadırlarına satmaya. Çadırlara yaklaşınca bir ünler, iki ünler, ses yok! Derken, insanlardan önce köpekler duyup koşuşurlar sese. Fadime'nin yüreği yekinir köpekleri görünce. Neyse ki çok geçmeden iki yandan, bunlar böyle kime sarar durur ki, diye çadırlardan çıkanlar olur da, kurtarırlar Fadime'yi. Sonra da yaşlı bir yörük kadını, alır çadırına götürür. Yörük beyinin çadırıdır burası. Yaşlı kadın da karısı. Çadır da çadırdır. Sanki dayalı döşeli bir konak. Su içirir kadın önce Fadime'ye, korkusunu yensin diye... Sonra, şöyle biraz dinlenmesi için uzanmasını söyler. Bir ara çadırın kapısında bir genç görünür. Hemen doğrulur uzandığı yerden Fadime. Kıroba beyinin oğludur bu. Ve avdan dönmektedir. Çadırın kapısına vardığında bir de bakar ki delikanlı, güzellerden güzel bir kız. Hem de kendi çadırlarında. Anası oğlunun sormasına koymadan bir bir anlatır meseleyi. Delikanlı da; bir yandan anasının anlattıklarını dinler ama, bir yandan kızdadır gözü. Baktıkça da yüreğinin başında şöyle bir kıpırdanma olur. Baktıkça bakası gelir. İster ki, hiç gitmesin bu Yanıkhan'lı güzel kız çadırlarından. Ama bir yandan da dayanamaz onun oracıktaki utanıp sıkılmasına iyi bir fiyatla alır üzümü, uğurlar Yanıkhan'a doğru kızı. Bir yandan da ünler ardından -Yine getir üzüm, olmaz mı? -Olur, der Fadime der ya, beyin bakışlarından biraz ürktüğü için mi, yoksa bir an önce eve varıp yetim kardeşilerini doyurmak için midir nedir, koşar gibi gider Yanıkhan'a. Fadime'nin bir sürü düşüncesi vardır. Evin algısı - vergisi, kardeşlerinin yiyip giyeceği, harman-hasat... Ya yörük beyinin oğlu net'sin. Yüreğindeki kıpırdanma bir küçücük köz olmuş, bu köz de büyümüş bir koskoca yanar olup çıkmıştır. Kime dert yansın? Anasına dese -Emmin kızına hanidir sözledim di ben seni, diyecek. Babasına dese -Töremizde yok dışardan kız almak bizim, deyip çıkacak. Kime ne desin? Bir gün böyle, üç gün böyle beş gün böyle... Hayvanlar yakın çevrede doyunamayıp, yarı aç dönmeye başlarlar. Oba, Seki yaylasına göçecek. Ama yörük beyinin oğlu; ha bugün, ha yarın deyip geciktirir durur göçü. Delikanlı bir açabilse anacığına derdini, bir razı edebilse Fadime'yi istemeye onları... Bir süre bakar ki; bu iş öyle beklemekle olacak cinsten değil. Yüzün kızartıp varır anasına anlatır O'na herşeyi. Ana bakar ki oğlunun hali hal değil, razı olur ve babasına açar meseleyi. Baba da toplar obanın ileri gelenlerini, fikirlerini sorar onların. Kabullenmeyip de ne edecekler Kıroba'nın ileri gelenleri böyle bir isteği. Delikanlı elden gitti - gider. Kabullenirler. Hemen Yanıkhan imamına elçi gönderilir, istetilir Fadime. İmam duyunca şöyle bir düşünür." Fadime yetim. Halil bakıyor bakmasına ama, yine de yuvasını kurmalı" Sonra varır muhtara, anlatır olanı - biteni. O da Halil'e.. Halil genç... Halil hem Fadime'nin ağası, hem can yoldaşı. Yörükbeyinin oğlundaki yürek de; Halil'deki değil mi? Ama gel gör ki Halil bir kez "yetim" diye elini uzatmış onlara. Tutup da diyebilir mi "Fadime benimle evlen", diye. Sonra; O eh dese bile el ne düşünür. -Bak hele Halil'e kızda gözü varmış da onaymış yardımı, demez mi? İmamla muhtar, Halil'e -Sen Fadime'nin hem kardeşisin, hem babası. Bu işe ne dersin? Kıroba beyinin oğlu ile evlenirse yokluğa tövbe eder fıkara, derler. Ne desin Halil -Fadime bilir. Yetim kişi kendi göbeğini kendi keser der, çıkar işin içinden. Ondan sonra Fadime de -Yok ben Halil'i isterim diyemez ya! Eh der... Ve uzatmayalım verilir Fadime. Yörük Beyinoğlu sevinçli. Yörük Beyinin oğlu sabırsız. Ama Halil'in yüreğinin orta yerinde bir yara ki; kanar durur. Kimseciklere de, halim budur, diyemez. Düğün hazırlıkları bir yandan başlaya dursun, bir yandan da eşe dosta okuntu salınır. Yollar nice ırak olursa olsun dağ insanı komşudur, birbirine. Erzurum yaylarının yörüklerine değin salınır haber. Duyan gelir, duyan gelir ve bir hafta yenilir içilir, güreş tutulup cirit oynanır. Yarışlar sürer gider. Ve haftanın çarşambasında çeyizle birlikte yetim kardeşlerini gönderip, perşembesinde de Fadime'yi Kırobalılara gelin gönderirler Yanıkhanlılar. Kişioğlunun alışamadığı şey var mıdır ki Fadime alışmasın gittiği yerin töresine. Oba da düğünün çoğuna kalmadan seki yaylasını, daha sonraki aylarda da yeni yeni yaylaları yurt tutar. Yanıkhan, oradaki arkadaşları, evi ve Halil çok gerilerde kalmıştır artık. Ve yüreğinin başında bir özlem olmuştur hepsi Fadime'nin. Bir kız gelin olup da eşikten adımını attı mı, baba evini unutmalı derler. Zaten unutmasa net'sin Fadimecik. Böylece aylar, derken yıllar geçer. Yıllar geçer ya hala Fadime'nin çocuğu yoktur. Obadan sevinenler olur buna. Söz edenler olur Fadime'nin kısırlığını... Ama hepsini içine atar Yanıkhan'lı yörük gelini. Sinesine çeker. Hatta kaynananın, kaynatanın bile yüzü değişir bir zaman sonra. Değişmese bile insana öyle gelir. Böylece gider zaman yedi yılı bulur. Evet, herkesin, Fadime daha çocuk sahibi olamaz, diye düşündüğü sırada, koskoca yedi yıl sonra çocuğa kalır Fadime. Sonra da; güzel mi güzel, sağlıklı mı sağlıklı bir erkek çocuk dünyaya getirir. Kurtulur herkesin dilinden. Onca yıl kendini iğneleyenlere, nispet yapanlara karşı durur mu Fadime gayrı. Bu kez o başlar. Hele bir gün Elmalı yöresine göç kararlaştırınca, her göçte obanın önünden giden kara mayanın üstüne sarar beşiği. Ala kilime sardığı bebeğini de koyar beşiğe. Devenin ipi elinde, göçün önünden yürümeye başlar. Sevinçten içi içine sığmaz Fadime'nin. Epey yol alırlar, yol mu koyar, yedi yılda bir bulunan bebeğin anasına? Elinde kara mayanın ipi ve kara mayanın üstünde ala kilime sarılı oğlu. Derken bir ormana girerler. Toroslar'da yağmurun fırtınanın ne zaman geleceği belli olur mu? Bakmışsın karşı yakaya yağmur yağıyor, beri yakada bir kararma, bir fırtına alır yürür. İşte o ara öyle bir karanlık, öylesine bir fırtına sarıverir ki ortalığı. Göz gözü görmez olur. Karanlık sürdükçe ormandaki yol uzar. Ananın aklı - fikri yavrusundadır. Bir karanlık dağılsa, bir fırtına bitse de kara mayayı çöktürüp, şöyle bağrına basa basa sevebilse yavrusunu. Uzun bir süre sonra aydınlanır etraf. Zaten oba, ormanın bitimindeki konak yerine de varmıştır. Yükler bir bir indirilmeye başlar. Fadime kara mayayı çöktürür, yavrusunu alıp sevecek. Ama bakar ki, kara mayanın üstündeki beşik boş... Ala kilime sarılı yavrusu yok beşikte. Ana deliye döner. Bütün obayı sarar kara haber. Dayı hemen atına atlayıp sürer gider ormana doğru bebeği aramaya. Ana yüreği bu. Durabilir mi Fadime? O da yaya düşer yola. Derken emmi oğluyla doğru giderler orman boyunca gerisin geriye. Anasının gözü uçup gider kuzgunlarda. Ananın gözü dal uçlarındadır... Ve dudaklarında bir ağıt! Elmalı'dan çıktım yayan Dayan hey dizlerim dayan Dayım atlı emmim yaya Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Dayı hayli öndedir. Bir ara iki yanına bakarken dalın ucunda asılı kalmış ala kilime gözü ilişir. Varıp ağacın altına yavruyu arar ama, boşunadır araması. Kuzgunlar ağacın altında dolaşmaktadır hala. İndirir ala kilimi, oracıktaki kemikleri sarar ona. Sonra biraz ilerdeki büyükçe bir taşı kaldırarak altına gömer ve aynı taşla kapatır üstünü. -Anası görmemeli, bilmemeli, yoksa can mı dayanır buna diye düşünür. Ve zaman geçirmeden döner geriye. -Bir şeycikler yok oralarda. En ufak bir ize bile rastlamadım, dönelim der karşıdan gelenlere. Gerisin geri dönerler Elmalı yaylasına doğru. Ama Fadime'nin ayakları geri geri gitmektedir. Bir ara nasıl olduysa yanındakilerin kaşı ile gözü arasında döner geriye, vurur gider ormana. Ve yine ağıt dudaklarında ve yine dizlerini döve döve Ala kilime sardığım Yüksek mayaya koyduğum Yedi yılda bir bulduğum bebek Beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi. Derken bir akkuş belirir önünde. Sanki gel etmektedir bu ağzı dili söylemez hayvan. Sıçraya sıçraya ilerki kayanın başına konar kuş. Fadime de varır kuşun yanına. Yavrusunun orada gömülü olduğundan habersiz çıkarıp atar ayağındaki çizmeyi filan vurur bağrına, söylenir kuzgunlara ağıdında Havada kuzgunlar dolaşır Kargalar üleş bölüşür Kara haberler dolaşır Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi. Neden sonra Kırobalılar farkına varır acılı ananın yokluğunu da dönerler geri, aramak için. Ama ne mümkün. Sadece aktaşın yanında kırmızı çizmesine rastlarlar O'nun. Ve de taşın üstünde bir akkuş dönmektedir. Dayı bir bir anlatır daha önce gördüklerini. Kırobalılar mezarın üstünde dönen ve kendilerini görünce kaçıp giden bu akkuşu Fadime sayarlar ve yürekleri ferah dönerler Elmalı yaylasına. Bundan sonrası için derler ki Fadime o acıyla vurmuş gitmiş aşağı yöreye. Değirmenci Mehmet dayı rastlamış O'na ve bir baba gibi teselli etmiş onu. Kaybolmaz bebek. Çevre köylerden birinden bulan olmuştur. Yaz gelende sorup soruştururuz, demiş. Ama yine de Fadime alıp başını deli-divane yollara düşmüş. Olacak işte, böyle bir zamanda bulmuş Halil'ini değirmenin yakının da. Hem ağlayıp, hem eski günleri söylemişler bir bir. Sonra mı? Sonra iyi yürekli değirmenci bunları baş-göz edip baba mirası değirmeni de onlara bırakıp koyup gitmiş köyüne. Yusuf Ziya Demircioğlu böyle anlatmış, biz de size böyle aktardık. Evet sayın okurlar, Fadime yine öyle bilsin herşeyi. Çevre köyden, bilmediği birisine evlat oldu bilsin yavrusunu. Yanıkhanlılar, Kırobalılar, Fadime'nin her dara düşenin yardımına koşan bir akkuş olduğundan söz etsin. Yanıkhanlı yörük gelini bilmiyor ya olanı biteni. Çocuğun başına gelenleri bilmiyor ya. Ve şimdi Halil'den olan yavruları dönüp dolaşıyor ya evinin yöresinde, yeter. Kaynak Öyküleriyle Halk Türküleri Notalı - Hamdi Tanses
NEVŞEHİR TÜRKÜLERİ VE ÖYKÜLERİ I ; CEMALİM TÜRKÜSÜ Doç. Dr. Faruk GÜÇLÜ Türküler Anadolu’nun sözel tarihidir. Kimi kez yazılı bile değildir. Dilden dile söylenegelir. Kimi kez ağlatır kimi kez güldürür. Bazen da acılarımızı tazeler. Cemalim türküsü de Nevşehir yöresinde söylenmiş olmasına rağmen ülke geneline yayılmış ve on yıllardır çalınıp söylenen bir türküdür. Türkü, öldürülen Cemal´e, karısı Şerife tarafından yakılmıştır. Şerife, 90 yıldan fazla yaşamış, 30 Kasım 1993 günü vefat etmiştir. 14-15 yaşlarında Cemal´le evlenmiş, mutlu geçen birkaç yılı Cemal´in öldürülmesiyle sona ermiş, bu olaydan sonra bir oğlu ile ortada kalmıştır. Türkünün Refik Başaran’dan sonra Avanoslu Selahaddin ve Nida Tüfekçi tarafından seslendirildiği bilinmektedir. Olayın kahramanı olan Cemal’in doğum tarihi ve mezarının yeri bilinmemektedir. Anlatılanlara göre 17/18 yaşlarında öldürüldüğü sanılmaktadır. Ürgüp'ün Karlık köyünün varlıklı bir ailesinden olan Cemal, Ürgüp-Karlık yolunda pusuya düşürülerek öldürülür. Köyde herkes tarafından sevilip sayılan Cemal'in ölümüne üzülmeyen olmaz. Eşi Şerife ise acılarını, yaktığı ağıtla hafifletmeye çalışır. Şerife’nin Cemal’den yetim kalan bir oğlu da vardır, adı Mustafa. Yetim Mustafa, birkaç yıl sonra tarlada hasat zamanı bir atın tepmesi sonucu yaşamını yitirmiştir. Yakınen tanıdığım rahmetli Türkünün söz yazarı Şerife’nin oğlu İsmet Aksoy’un anlatımlarına göre ağıt, Şerife'nin ikinci kocası Hayrullah'ın sonraki yıllarda karşılaştığı Refik Başaran'a, "Herkese bir türkü okudun ama, bana okumadın" diye sitem etmesi üzerine gündeme gelmiş ve türkü Refik Başaran tarafından plağa okunmuştur. Cemal, Şerife’nin daha sonra evleneceği, Hayrullah'ın aynı zamanda amcasıdır. Kuşkusuz Cemal’in öldürülmesi, eşi Şerife kadar yeğen Hayrullah'ı da etkilemiştir. Anadolu’da genç yaşta dul kalan gelinleri başkasına gitmesinde diye aile bireylerinden birisi ile evlendirmek eski adetlerdendir.levirat evliliği Şerife ile Hayrullah’ta Cemali’in ölümünden sonra böyle bir evlilik yapmıştır. 12 Mayıs 2004 tarihinde yaşamını yitiren Şerife hanımın oğlu İsmet Aksoy, özel blogunda yazdığı anılarında, “Cemal, babamın amcasıdır. Onun öldürülmesi, annem kadar babamı da üzmüştür. Ölen ölmüştür ve yapılacak bir şey yoktur. Bu türkü, Başaran yahut başkaları tarafından söylenince tüm aile bireyleri bir burukluğun içine düşerdi. Annem aradan uzun zaman geçmesine rağmen Cemal’i derinden sevdiğini, onu asla unutmayacağını söylerdi. Babam da annem Şerife’nin Cemal’e duyduğu derin bağlılığı anlayışla karşılamıştır. Öyle ki oğullarından üçüncüsüne yani benim küçük kardeşime, ölen Cemal anısına babam tarafından Cemal adı konmuştur.” İsmet Aksoy, Özel internet Sitesi Karlık Köyü ve Damsa Köyü yaşlılarının dilden dile anlattıklarına göre, Cemal, varlıklı ve düzgün bir insandır. Ancak yanında bulunan dayısı “çapkın”dır. Bugünkü adı Taşkınpaşa olan Damsa’dan Ürgüp’e doğru yola çıktıklarında düşmanlarınca takip edilerek tuzağa düşürülmüş, ateş açılmış ve ilk ateşte Cemal ölmüştür. Osman Bölükbaşı’nın yeğeni araştırmacı Hasan Şahin, yöre türkülerine hayrandır. Eski taş plakları toplamıştır. Cemalim türküsü, onu da etkileyen türkülerin başında gelmektedir. O nedenle yöre türkülerinin öykülerini gücü yettiğince araştırmaya ve ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Nevşehir bölgesi folklor araştırmacısı Hüseyin Sevindik tespitlerine göre türkünün değişik varyatları vardır. Örneğin oğlunun ismi bazı varyantlarda “Ahmet” olarak geçmektedir. “Cemal’in abisi Kazım kabadayı ve şımarıktır. Kazım Ürgüp’te bir oturak alemine katılır ve orada dansçı kadını akşam yanına almak ister. Ev sahibi vermese de zorla alır. Bu sırada Ürgüp’te misafirlikte olan Cemal’i de alarak Kazım kadınla birlikte köye giderken ev sahibi bunu onuruna yediremez ve pusu kurarak Kazım’ı öldürtmek ister ancak katil yanlışlıkla Kazım’ı değil kardeşi Cemal’ı vurur. Eşi Şerife’nin söylediği bu ağıtı ilk kez “Mestan Ahmet” isimli şahsın seslendirdiği iddia edilmektedir”Hüseyin Sevindik,Nevşehir Dergisi, Haziran 2006. Şerife hanımın öldürülen eşine yazdığı bu ağıtın Ürgüp ve bölgesinde bir hayli etkili olduğu, çocuklara konulan “Cemal” isminin fazlalığından da anlaşılmaktadır. Karlıklı Şerife’nin öldürülen eşi için yaktığı ağıtın uzun yıllar daha dillerde türkü olarak dolaşacağı anlaşılmaktadır. Türkünün sözleri; Şen olasın Ürgüp dumanın gitmez Kıratın acemi konağı tutmaz Oğlun da çok küçük yerini tutmaz Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Ürgüp’ten de çıktığını görmüşler Kıratının sekisinden bilmişler Seni öldürmeye karar vermişler Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Cemal’ın giydiği ketenden yilek Al kana boyanmış don ile göynek Sana nasip oldu ecelsiz ölmek Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Ürgüp’ten de çıktın kırat kişnedi Üzengiler ayağını boşladı Yağlı kurşun iliğine işledi Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Karlık ile başkadın pınar arası Çok mu imiş Cemal’ımın yarası Ağlayıp geliyor garip anası Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Cemal’ın giydiği kadife şalvar Dükkânın kilidi cebinde parlar Oğlun da çok küçük beşikte ağlar Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Kıratın üstünde bir uzun yayla Ne desem ağlasam kaderim böyle Gidersen Ürgüp’e sen selâm söyle Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Kıratım başımda oturmuş ağlar Cemal’a dayanmaz şu karlı dağlar Üzüm vermez oldu Karlık’ta bağlar Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Giden Cemal gelir mi de yerine İçerimde yaram indi derine Cemal düştü kahpelerin şerrine Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım Al kanlar içinde kaldın Cemal’ım Ağıtta yer alan yöreye özgü bazı sözcüklerin anlamları Göynek Gömlek Sekiş Atın yürüyüş şekli Yilek Yelek Yöre Ürgüp Derleyen Mustan Aktürk Kaynak REFİK BAŞARAN Yararlanılan kaynaklar -Faruk Güçlü, Hak Gazetesi -İsmet Aksoy, özel internet sitesi, erişim -Muhsin Durucan; Refik Başaran’dan Bir Ağıt, Milliyet Blog -Hasan Şahin, Ürgüp Dergisi yazıları -Süleyman Öztürk, Ürgüp Karlık Köyünden 1962 doğumlu -Hüseyin Sevindik,Nevşehir Dergisi, Haziran 2006
konya yöresine ait türküler ve hikayeleri