kedi İlgin için teşekkürler, röportaj teklifinde bulunduğunuz için ben teşekkür ederim. Adım Alper, 47 yaşındayım, Ankara’da yaşıyorum. Ceki: Çok eski bir oyuncusunuz, Oyuna ne zaman ve nasıl başladınız hikayenizi duymak isteriz. kedi: 2009 yâda 2010 yılı diye hatırlıyorum. İş için Ankara’dan ilk uçakla Antalya İTİRAFNAME 29 Aralık 2021 Çarşamba Amaben söz konusu sana yazmak olunca iflah olmaz bir tembel olunca tabii ki gecikti. Neyse. Ekim ayında kendi rekorumu kırmış ve 5 oyuna birden gitmiş birisi olarak sana gittiğim oyunlarla ilgili yazı yazmazsam içimde kalır. Geçtiğimiz sezonlarda bu kadar oyuna gitmiyordum, gidemiyordum. Ve sadece İBB ve DT oyunlarına gidiyordum. Cevap D tişik yazılır: hh Birleşik sözcüğü oluşturan sözcüklerden biri veya ikisi ben- karadut bozayı zetme yoluyla anlam değişmesine uğrarsa bu sözcükler bi- alabalık sarıçiçek tişik yazılır. hh Belgisiz sıfat ve zamirler bitişik yazılır: kamışkulak (at) hiçbir birçok yalıçapkını (kuş) Kervankıran Birbirimizi çok severdik, onlar Necati Abi'yle BKM'yi kurunca tekrar oyuncu olarak BKM kadrosuna dahil oldum. - Ama sizi herkes "Avrupa Yakası" ile tanıdı, teklif nasıl geldi? - Aslında sadece bir bölüm için Kubilay'ı oynayacak; yakışıklı, manken görünümlü birini arıyorlarmış. Ata Demirer'le de biz çok eski arkadaşız. Koş! by yufkayureklikelgobekli. No comments yet. Düşünsene, gözünü bir açıyorsun, sana benzeyen ama senden çok daha büyük yaratıklar var etrafında. Neyin ne olduğunu kavramaya başlıyorsun, senin gibi kafası karışık yüzlerce kişi ile aynı yere tıkıyorlar seni. Eline kalem kağıt verip koşturuyorlar. Nn6x. Oyuncu Şebnem Özinal, Haldun Dormen'le başladığı tiyatro serüvenini anlattı "Metin Serezli ağabey benim için çok önemliydi. Komediyi ilk ondan öğrendim""Yüksek lisans tezimi 'Türk Tiyatrosu'nda Kanto ve Kantocu Kadınlar' üzerine yapmıştım. Onu kitaplaştırma projem var"İSTANBUL AA – DİLEK DALLIAĞ - Tiyatro ve sinema oyuncusu Şebnem Özinal, "Bizim için turne tiyatronun çok büyük bir parçası. Yüzde elli İstanbul'da yüzde elli İstanbul dışında oynayabiliyorsak ne mutlu bize. Eski zamanlarda Dormen Tiyatrosu'nda çok uzun turneler yapardık. Mesela 1 ay İzmir'de, Ankara'da oynardık. Ama şimdi öyle değil. En fazla 2 gün üst üste oynadık mı Ankara'da çok seviniyoruz." dedi. İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü'nden mezun olan, 51 yaşındaki Şebnem Özinal, bugüne kadar Dostlar Tiyatrosu, Tiyatro İstanbul, Ali Poyrazoğlu, Tiyatrokare ve Dormen Tiyatrosu topluluklarının yanı sıra birçok sinema filminde rol "Türkiye Güzellik Yarışması"na girişini ve orada Haldun Dormen'le tanışmasını ve bir süre sonra da "Çılgın Sonbahar" oyunuyla başlayan tiyatro yolculuğunu, oyunculuk hayatında yaşadığı zorlukları, güzellikleri ve anılarını AA muhabirine Şebnem Hanım merhaba, evinizde röportajımız için buluştuk. Nasılsınız?Şebnem Özinal "Selam, hoş geldiniz. Evet, ne güzel uzun süredir evde röportaj yapmamıştım. İyiyim, çok teşekkürler koşturuyoruz."SORU Geçtiğimiz aylarda Yosi Mizrahi ile birlikte oynadığınız "Seninle Evlenir miyim?" oyunu ile Türkiye Altın Yaşam Ödülleri'nde "Yılın Tiyatro Ödülü"nü aldınız tebrik ederiz. Ödüller sanatçıyı yeni projeleri için teşvik ediyor mu?Şebnem Özinal "Çok teşekkürler. Tabii ki çok büyük bir teşvik, büyük organizasyonlar, güzel bir şey tüm yılın değerlendirmesi. Bir tek tiyatro da değil, sinemada, müzikte de öyle. Mutlu ediyor bizi ama tabii ki oyunumuz 'Yılın En İyi Oyunu' değil, çok fazla oyun, çok fazla emek var. Hele son 2-3 yıldır tiyatro toplulukları artıyor, sahneye çok oyun konuyor. Ama bizim oyunu seyirci çok sevdi, bence seyircinin verdiği bir ödül bu. Çok ilgi gördü, hala da görmeye devam ediyor. Tam pandemiye denk gelmişti. Çok hız alamamıştık. Açıldıktan sonra çok dolu oynuyoruz. İnanılmaz bir ilgi var. Çok özlemiş seyirci, gülmeyi de özlemiş. Biz de gerçekten güldürüyoruz. Bu kadar yıldır komedi yapıyorum ama aralıksız bu kadar kahkaha atılan bir oyunu ilk defa görüyor ve oynuyorum.""Bizim için turne tiyatronun çok büyük bir parçası"SORU Devam ediyorsunuz değil mi?Şebnem Özinal "Ediyoruz, hatta Türkiye'yi dolaşıyoruz. Mesela Ankara'ya 6, Eskişehir'e 4 kere gittik. İzmir'e, Bursa'ya öyle, çok ilgi var şehirlerden. Malatya, Diyarbakır ve Şanlıurfa'ya da gideceğiz. Tüm Türkiye'ye gitmeye çalışıyoruz. Çünkü oralara çok az topluluk gidiyor. Oralarda böyle bir tiyatro açlığı var. Güzel salonlar da yapılmış, ben mutluyum oralarda oynamaktan."SORU Bu, sanatçı için de seyirci için de çok güzel elbette...Şebnem Özinal "Tabii ki. Bizim için turne tiyatronun çok büyük bir parçası. Yüzde elli İstanbul'da yüzde elli İstanbul dışında oynayabiliyorsak ne mutlu bize. Eski zamanlarda Dormen Tiyatrosu'nda çok uzun turneler yapardık. Mesela 1 ay İzmir'de, Ankara'da oynardık. Ama şimdi öyle değil. En fazla 2 gün üst üste oynadık mı Ankara'da çok seviniyoruz. Şimdi şehirler büyüdü tabii. Ankara da büyüdü. Bir gün bir ucunda oynuyorsak diğer gün diğer ucunda oynuyoruz. Biz seyircinin ayağına gidiyoruz. Seyircinin bize gelmesini çok fazla talep edemiyoruz. Çünkü haklı olarak çok zorlaştı şehirler. Trafik, yaşam, insanlar gündüz yoruluyor zaten, büyük bir koşturma içindeler."SORU Şimdi aynı zamanda Sahnekarlar'la, Anton Çehov'un "Vişne Bahçesi"nde Varya karakteri ile seyirci karşısındasınız. Ne şanslısınız iki Özinal "Evet aslında çok şanslıyım. Bazı oyuncu arkadaşlarım diyor ki, 'oyun araştırıyoruz, bulamıyoruz'. Geçen Seren Fosforoğlu ile hatta 'beraber yapalım' dedik seneye. Burada da zaten Yosi Mizrahi ile olan oyun vardı, Volkan Severcan da benim çok çok eski arkadaşım. Birçok oyunda yer aldık onunla. Ben sonradan girdim 'Vişne Bahçesi'ne. Bir arkadaşımız İzmir Devlet Tiyatrosu'nu kazandı. Volkan dedi ki, 'biliyorsun gördün oyunu, kalabalık kadrolu, bir klasik, duygusu çok ağır olan, dolayısıyla aslında uzun süre prova edilmesi gereken bir oyun'. Ama 5-6 provada çıkardım rolü, kadroya dahil oldum. Ben mutluyum. Özel tiyatroda çok fazla klasik oyun yapılmaz aslında daha çok komedi ve ticari oyunlar olur. Volkan, Bora, Kerem, bizim organizatörümüz büyük bir cesaretle sahneye koydular. İyi de gidiyor. Seyirciyi sarıp sarmalıyoruz gibi geliyor bana. Yani gerçekten özlemişler o klasik oyunları. Dekoruyla, kostümüyle ve konusuyla zaten her döneme hitap eden bir oyun.""Varya karakteri oyun içinde çok sivrilen karakter gibi durmasa da çok önemli bir görevi var"SORU Ekibi yıllardır tanıyorsunuz, başka oyunlarda da birlikte rol aldınız ve başlamış oyuna adapte olma sürecinin cevabını verdiniz. Aynı zamanda acaba hızlıca kotarmak anlamında ezberiniz de kuvvetli mi diye sormak Özinal "Aslında bize hep 'nasıl ezberliyorsunuz bu kadar lafı?' derler. Benim mesleğim diye mi bilemiyorum. Ama ezber bana en kolay kısım gibi geliyor. Çünkü provalar esnasında bir lafı üst üste 8 - 10 kere söylerseniz ezberlersiniz zaten. Bana çok zor gelmiyor. Ben aslında duygu olarak zorlandım. 'Varya' karakteri oyun içinde çok sivrilen karakter gibi durmasa da çok önemli bir görevi var. İnsan ilişkileri içinde bütün evi çekip çeviren, bütün acıları ve üzüntüleri yüklenen, sırtlanan bir kadın. Talihsiz ve umutsuz bir aşkın peşinde ve tabii ki hüsranla bitiyor. Bahçe satılıyor, yıllardır o evde yaşayan bir kadın, o evin bir parçası. Hayalleri var dünyayı gezmek gibi, dini tarafları, inançları çok baskın. Oralarda ben zorlandım ama ezber de önemli. Hemen ezberlemem gerekiyordu. Aslında sonradan oyuna girmek hem dezavantaj hem de avantaj. Çünkü beni hazırlamak için tüm kadro sağ olsun çok uğraştı. Provalar yapıldı, hepsi katıldı provalara. İyi de oldu, bir çırpıda çıktı. Eski dostlarım hepsi, çok da güzel oldu. Bir de birçok kez sahne aldım onlarla. Gülen Karaman'la, Sefa Zengin'le, Özdemir Çiftçioğlu ile yine Ali Poyrazoğlu'nda beraberdik. Kadroda çok iyi gençler var."SORU Tiyatroda daha çok komedide oynadınız diye biliyorum ama klasik oyun anlamında kaçıncı oyununuz bu?Şebnem Özinal "Birinci oyunum benim aslında. Ödenekli tiyatroda çalışmadığımız için, bir 'Moliere' filan oynamıştık Dormen Tiyatrosu'nda ama o da komedi zaten. Bunun da komik tarafları var ama çok az. Böylesine duygusu ağır olan bir dramda çok az oynadım. Yakın zamanda yüksek lisans yaptım Bahçeşehir Üniversitesi'nde. Orada parçalar çalıştık, klasik anlamda ama tüm bir oyun değildi, parça parçaydı.""O meşhur 'Çılgın Sonbahar' oyunuyla başladık tiyatroya, 5-6 sezon devam etti"SORU Jeoloji mühendisliğini bitirdiniz. Ama mesleki kariyerinize okul döneminde girdiğiniz bir güzellik yarışmasının ardından tiyatro, televizyon, sinema oyunculuğu ve sunuculukla devam ettiniz. Sarınım güzellik yarışmasının ardından sizi oyunculukta keşfeden ilk kişi Haldun Dormen oldu değil mi?Şebnem Özinal "Evet. Çok tesadüfi bir şey. Ben İTÜ mezunuyum. Üniversiteye girdiğimde büyük hayallerim vardı. O zamanlar deprem geçirmemiştik. Jeolojinin anlamını bile bilmeyen insanlar vardı. Ama ben araştırdım ve tüm üniversitelerin o bölümünü yazdım. İTÜ tuttu, oraya girdim. Hiçbir şey olmazsa okulda akademik kariyer düşünüyordum. O dönemler güzelliğimle falan alakasızdım. Hep erkek gibi giyinirdim. Güzelliğimi ön plana çıkartmazdım. Ama erkenden para kazanmaya başlayayım, hayata atılayım, onlara meraklıydım. Bir tanıdığımız da, 'reklamlarda oynasana. Stant hostesi olarak fuarlarda çalışır mısın? Harçlığını çıkartırsın' dedi. 'Tamam' dedim. Neşe Erberk Ajansı'na kaydoldum. Tek ajans oydu o daha önce gazetelerin düzenlediği güzellik yarışmasının organizasyonundaydı. Bana teklif etti. Ben de 'hayır, benim hiç güzellikle filan ilgim yok' dedim. Bir kısa eğitim döneminden geçmiştik Neşe'nin ajansında. 'Lütfen bana, benim gözüme güven' dedi. 'Peki' dedim ve başvurduk. Ama Türkiye'nin genelinden çok başvuru olmuştu. İlk kez bir televizyon kanalında yapılıyordu. Türkiye'nin ilk özel kanalı ve 'Türkiye Güzelleri' diye kıyamet kopuyor. Katıldım ama hiç umudum yok seçileceğim, ilk yirmiye kalacağımdan. Gerçekten ilk yirmiye kaldım. Sonra yarışma gecesi tüm sahne organizasyonunu Dormen Tiyatrosu yapıyordu. Haldun Dormen metinlerimizi hazırlıyordu. Koreografiyi Semiramis hanımla beraber yapıyorlardı. Çok büyük bir organizasyondu. Her yere gidiyoruz tüm basın peşimizdeydi. Her birimiz çok ilgi gördük. İlk üçe giremedim. Ama Haldun ağabeyle, 'Ben tiyatrocu olmayı çok istiyorum. İTÜ'ye girdim, ailem izin vermedi' diye sohbetlerimiz olmuştu. Sonra Ersin Ökten vardı, tiyatronun müdürüydü. Yarışma nisan ayındaydı, beni haziran ayında aradı, 'Çılgın Sonbahar oyunundan bir arkadaş ayrılıyor, düşünür müsün, gelir misin?' dedi. Benim de apandistim tutmuş ve hastanede yatıyordum. Vazgeçerler diye hiç söylemedim hastanede yattığımı. O kadar korktum. Çünkü çok istediğim bir şeydi. İTÜ'den önce birkaç kez konservatuvarı düşündüm, babam izin vermemişti. Hep aklımın kaldığı bir daldı. 'Tabii, hemen' dedim. Zaten birkaç gün sonrayı söylemişti ve o sırada hastaneden taburcu olmuştum. Gittim ve Nevra Serezli, Metin Serezli, Cem Davran, Hakan Ökten'in olduğu o meşhur 'Çılgın Sonbahar' oyunu 5-6 sezon devam etti. Orada başladım Dormen Tiyatrosu'nda.""'Sana üzücü bir haber vereceğim, bütün kadro sana karşı istifa ettiler' dedi"SORU Tiyatronun usta isimleriyle çalıştınız hep. Gencay Gürün, Haldun Dormen, Ali Poyrazoğlu, Genco Erkal bildiğim isimler. Peki, konservatuvarlı olmamak tiyatroya başlangıcınızda sizi hiç zorlamış mıydı?Şebnem Özinal "Tabii çok zorladı. Bir kere çok tepki aldım yani. Bir seferinde oyunculuk kursları ve atölyelerine katılmak için New York'a gitmiştim. Yaz tatiliydi, birkaç ay kaldım. Gerçekten dans kursları ve atölyeler verimli oldu. Geri döndüğümde tiyatrodan yakın bir arkadaşım, 'sana üzücü bir haber vereceğim, bütün kadro sana karşı istifa ettiler' dedi. Bunu da hemen hemen ilk kez anlatıyorum. 'İstifalarını istediler, Şebnem bu tiyatroda olursa biz olmayız' demişler."SORU Hangi oyundaydınız o zaman?Şebnem Özinal "O zaman 'Şahane Züğürtler' mi vardı hatırlamıyorum. 1993 yılı falandı. ya da 'Sevgilime Göz Kulak Ol' idi galiba."SORU Neden?Şebnem Özinal "Ben konservatuvar mezunu değilim, onlar konservatuvar mezunu ve de 'neden bir konservatuvar mezununa fırsat verilmiyor, Şebnem'e bu kadar büyük fırsatlar veriliyor?' diye Haldun Dormen'e böyle bir tavırda bulunmuşlar. İçlerinde çok iyi bildiğimiz isimler de var, şimdi söylemeyeyim."SORU Haldun Bey ne cevap vermiş?Şebnem Özinal "Haldun ağabey de, sağ olsun çok adildir o konularda, 'ben Şebnem'den son derece memnunum. Çok çalışkan, çok yetenekli, ben vazgeçmem. İsteyen buyursun gitsin.' demiş."SORU Peki giden oldu mu?Şebnem Özinal "Olmadı, olamadı öyle bir şey, cesaret edemedi kimse. Ama tabii ben çok kırıldım tüm kadroya. Çünkü hepsi rol arkadaşlarımdı, daha önce çok samimi olduğum insanlardı. Ben çok sırtımdan vurulmuş oldum. Çok üzüldüm. İlk depresyonla o zaman tanıştım. Gerçekten boğazım sıkıldı, nefes alamamaya başladım. İnanılmaz kötü bir psikoloji yaşadım. 26 yaşlarındaydım. Resmen ilaç kullandım. Sonra her şey yoluna girdi. Dormen Tiyatrosu kapanana kadar devam ettim. Sonra hepimiz çok üzüldük tabii. Hatta Volkan ile konuştuk Dormen Tiyatrosu'nu 'biz devralalım, devam ettirelim' diye, olmadı. Ben Genco Erkal'a geçtim 2001 yılıydı, 'Yarışma' isimli oyunda oynadım. 'Afife Jale Komedi En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu' ödülüne aday oldum. Alamadım ödülü ama aday olmak da çok önemliydi benim için. Sonra Gencay Gürün, Ali Poyrazoğlu'yla 'Tak Tak Takıntı'yı oynarken kızıma hamile kaldım. 4-5 aylık hamileydim hala sahneye çıkıyordum. Doğumdan sonra bir ara oldu. Sonra Barbaros Uzunöner ve İTÜ'den öğretmenim olan maalesef vefat etti, Orhan Kural ile bir oyun yaptım. Böyle devam ettim, yani çok ara vermedim. En çok 2 sezon oynamamışımdır. Sonra yine devam ettim ama o sırada bir anne, bebek programı, sağlık programları yaptım. Ufak tefek diziler oldu ama çok dizi yapamadım. Çünkü bebekten sonra setler çok zamanımı alıyordu. Şimdi de yapamıyorum. Dizi zor geliyor bana biraz.""Dizi setleri çok zaman alıyor, saati belli değil"SORU Zamandan dolayı mı diziler zor geliyor?Şebnem Özinal "Çok uzadı dizi süreleri. Dolayısıyla setler çok zaman alıyor, saati belli değil. Daha doğrusu tiyatro varken benim dizi yapmam çok kolay değil. Zaten yapımcılar da çok tercih etmiyor, tiyatrosu olan birini almıyorlar kadroya. Hem iyi oyuncu olsun, hem yetenekli, tecrübeli olsun ama tiyatro oynayanı almıyorlar.""Kadınlarla ve çocuklarla ilgili bilinçlendirmeye yönelik programlar yapmak hoşuma gitti"SORU Aralarında "Sonradan Görmeler", "Çiçek Taksi", "Böyle mi Olacaktı?" gibi uzun süreli dizileriniz ve "Abuzer Kadayıf", "Güle Güle", "Teberik Şanssız" gibi sinema filmleriniz oldu. Oyuncu olarak televizyon, sinemadan çok programcılık ve tiyatroya ağırlık vermeyi daha çok sevdiniz sanırım?Şebnem Özinal "Evet, evet. Bir dönem kadın kuşağı programı yaptım hafta içi her gün canlı yayın çok sevdim. Sivil toplum örgütlerini, sosyal sorumluluk projelerini işledik. O zaman dernek değildi, çocuk yuvalarını revize eden, Arzu Sabancı'nın içinde olduğu ve bizim programdan sonra dernekleşen projelere yer verdik. Kadınlarla ve çocuklarla ilgili bilinçlendirmeye yönelik programlar yapmak hoşuma gitti. O zaman sağlık turizmi yeni başlıyordu Türkiye'de hemen hemen. Hastaneler sponsor olmuşlardı, doktorlarını ağırlıyordum. O tür canlı yayın programlar oldu. Ama şimdi tabii ana kanallarda o tür programlar kalmadı. Şu anda da bir sohbet programı yapıyorum. Yakın arkadaşlarımızı, yazarları, oyuncuları ağırlıyoruz. Aynen burada yaptığımız bir sohbet gibi bir program o da. O da ikinci sezonunda, devam ediyor."SORU 13 yaşındaki kızınız Ayşe sanatla ilgili mi?Şebnem Özinal "Hiç ilgili değil. Küçükken viyolonsel çalıyordu. Mimar Sinan Üniversitesi yarı zamanlı konservatuvara girmişti. Pandemide uzaktan eğitim başlayınca o tür sanat eğitimlerinin zoom üzerinden yapılması çok zor. Bıraktı maalesef. Büyüdükçe daha bir şekil alıyorlar. Daha önce drama okullarına gidiyordu ama hiç oyuncu olsun diye yollamadım. Kendi tercihi diye. Şimdi voleybol oynuyor. Sonrasında ne olur bilmiyorum.""Metin Serezli o günden sonra ressam oldu"SORU Sahnede birlikte rol aldığınız sanatçılarla ilgili mesela Metin Serezli başta olmak üzere bize anlatacağınız tiyatro anılarınız içinde neler var? Bazıları hayatta değil. Bir anılar geçidi yapabilir miyiz?Şebnem Özinal "Maalesef Metin ağabey hele çok erken vefat etti. Komediyi ondan öğrendim. Fars, vodvil oynamayı, o zamanlamaları ondan öğrendim. Yani inanılmaz bir ustaydı. O da konservatuvar mezunu değil, hukuk mezunu biliyorsunuz. Nevra Serezli de öyle. İlk oyunumda onlarla rol aldığım için çok şanslıyım. İnanılmaz şeyler öğrendim. Şimdi konservatuvar öğrencilerini görüyorum, komediyi snobe ediyorlar, daha kolay gibi görüyorlar. İnsanları güldürmek o kadar zor ki. Hele de şu dönemde, içimiz kararmış, kötü olaylar yaşıyoruz. Çok iyi ustalıkla oynanmadığı zaman bir komedi oyunu, çok zor güldürmek. Turne anılarımız çok var. Bir kere İzmir turnesindeyken yine BKM ile oyun sonrası halı saha maçı yaptılar. Metin ağabey düştü tendonlarını kopardı. Ertesi gün yine oyun var, uzun bir rol, başrol oynuyor Metin Serezli. Çıkamıyor sahneye alçıya alındı ayağı ve İstanbul'dan İsmet Üstekin'i çağırdık ama ne yapsın adam, bir günde ezberlenir mi? Biz artık, ahşaptı tiyatronun yeri, oralara öğrencilikteki gibi kopyalar yazdık. Neyse Nevra abla, gişeye oturdu tek tek bütün seyircilere açıkladı 'böyle bir olay oldu' diye. Anons ettik ve Metin Serezli o günden sonra ressam oldu. Çok güzel tabloları vardı hatırlıyorsan. Ayağı kırık diye otura otura resim yapmaya başladı. Çok anı var. Dalağım düşüktür benim. 'Dalağı düşük' derler çok gülen insana sahnede. O çok kızardı gülmeme. Hem güldürüyordu bizi, neler yapıyordu arkamızda bıdı bıdı seyirci duymadan kulağımıza bir şeyler fısıldıyor, hem de arkasından kızıyordu 'gülmeyin bu kadar' oyuncu olarak karşılıklı oynamak adına hem de hayatta çok keyifliydi zaten. Hayatı seven, gezmeyi, yemeyi, içmeyi, güldürmeyi, her dakika bir espriydi onunla oturmak, sohbet etmek. Biz o zamanki eşimle evlendik, fakat kimseye duyurmadık. Basına falan söylemedik. İlk Metin Serezli'ye bir oyun öncesi söylemiştim. Profilo'da bir kafemiz vardı, otururken 'Metin ağabey biliyor musun ben evlendim' dedim. 'Ay, ay, ay, ne yapacağız şimdi' diyerek nasıl telaşlanmıştı. 'Sus ağabey, gizli' demiştim. Çünkü birkaç zaman sonra söylemiştik insanlara. Benim sırdaşımdı aynı zamanda."SORU Siz yüksek lisansınızı bildiğim kadarıyla yakın bir zamanda Bahçeşehir Üniversitesi ileri oyunculuk bölümünde tamamladınız değil mi?Şebnem Özinal "Evet, pandeminin sonunda yani 2020 yılında tezimi verdim.""Entelektüellik sadece bir oyun izlemekle ya da Instagram'da entel dantel paylaşımlar yapmakla olmaz ki"SORU Akademilerde kamera önü eğitmenliği, drama ve doğaçlama dersleri de veriyorsunuz. 'Gençler komediyi snobe ediyorlar' dediniz. Bu eğitim verdiğiniz gençlerle ilgili yaşadığınız bir durum mu, yoksa genel olarak mı söylediniz?Şebnem Özinal "Eğitim verdiğim gençlerle ilgili yaşamıyorum. Çünkü ben zaten onlara bir şeyler anlatıyorum. Temel oyunculuk dersleri veriyorum. Sıfır olarak geliyorlar benim karşıma. Genelde kamera önü oyunculuğu için geliyorlar. Şimdi oyunculuk çok popüler meslek tabii. Tüm gençler tercih ediyor. Aynı zamanda üniversitede başka bir branşta okuyup oyunculuk yapmak isteyen gençler de var. Bahçeşehir Üniversitesinde beraber eğitim gördüğüm arkadaşlarım, mesela ben Ali Poyrazoğlu'nda oynuyordum o zaman zor getiriyordum oyuna. 'Oyunuma gelin izleyin' diyordum. Beğenmiyorlar, istemiyorlar komedi seyretmek. Şimdiki gençlerde o var, yani klasik oyun, daha alternatif oyunlar oynayınca ya da onları seyredince entelektüel olduklarını zannediyorlar. Entelektüellik sadece bir oyun izlemekle ya da Instagram'da entel dantel paylaşımlar yapmakla olmaz ki. Şimdi bir 'arthouse' kafaları diyorlar ya, gençlerde onu görüyorum. Bence yanlış yapıyorlar. Entelektüel olmak, sanatın içinde olmak bir yaşam şeklidir. Biraz, biraz ucundan yapılmaz. O yüzden komediyi snobe ediyorlar açıkçası. Hala benim okul arkadaşlarımdan biri, ikisi en fazla oyunu izledi. Görünce de beğenmiyorlar. Benim en sinir olduğum şey, tanıdık birinin oyuna gelip, beğenmeyince kulise gelip 'geçmiş olsun' demesi."SORU Öyle mi diyorlar?Şebnem Özinal "Evet, 'geçmiş olsun' diyorlar. 'Ne oldu ki? Hasta mıydık da geçmiş oldu? Ne oldu, anlayamıyorum?' diyorum. Beğenmediysen hiçbir şey deme, beğendiysen tebrik et. Bunları sevmiyorum."SORU Beğendirmek zor değil mi bazen insanlara?Şebnem Özinal "Zor ama benim kriterim o değil tabii ki. Ben meslektaşlarım için yapmıyorum, seyirci için yapıyorum. Seyirci inanılmaz mutlu ayrılıyor tiyatrodan gülmek ve eğlenmek anlamında. Çünkü biz 'Seninle Evlenir miyim?' oyununda Türk insanını anlatıyoruz. Bizden, Türk yazarın oyunu, çok iyi tespit etmiş o ilişkilerdeki detayları ve tezat unsurları. Erkeğin farklı bir karakteri, kadının daha farklı bir karakteri var ve dolayısıyla talepler daha farklı. O talepler çatışıyor ve oradan bir komedi çıkıyor. İnanılmaz iyi tespit etmiş. Herkes seyrederken 'bak bak, senin gibi' falan tepkileri veriyordu. En son Bursa'da oynadığımızda seyirci herhalde kendini evde programladı, 'ben gülmeye gidiyorum acayip' diye. Her lafımız alkış aldı, her lafımıza gülüyorlardı. Kadınlar kocalarını döverek filan gülüyorlardı kahkahayla. Çok güzeldi yani. Bunları görmek mutlu ediyor.""Pandemiye denk geldiler, savaştı, oydu buydu derken çocuklar kötü zamanlara şahitlik ediyorlar"SORU Oyundan bahsetmişken sorayım, oyunlarda bu ilişkiler anlatılıyor ama gerçek hayatta kadın- erkek ilişkilerinin bir formülü var mı ve siz bulabildiniz mi?Şebnem Özinal "Ben bulamadım açıkçası. Biz genelliyoruz ama kişiden kişiye de fark ediyor. Yaşam şekli, şartlar da buna etken. Ben 15 yıllık evlilik geçirdim. Daha sonra tabii bir kadın-erkek anlamında bir ilişkimiz kalmadı ama arkadaş olduk, arkadaşlığa dönüştü ve Ayşe oldu en güzeli. Şimdi şu dönemde tamamen bu döneme özel anlatıyorum, hiçbir ilişki istemiyorum. O ilişki kotamı doldurmuşum herhalde. Bir sorumluluğa girmek, çift olarak bir şeyleri yapmak bana anlamsız geliyor artık. Çünkü 15 yıl o şekilde yaşadım. Şimdi daha bağımsız, daha özgür olmak, kendi başıma hareket etmek, kendi kararlarımı vermek hoşuma gidiyor. Zaten Ayşe olduğu için o da bir ilişki benim hayatımda. Başka bir flört ilişkisi istemiyorum."SORU Bir genç kız yetiştirmek de zordur aslında değil mi?Şebnem Özinal "Çok zor, gerçekten çok zor. Bir de şu dönemde. Biz böyle değildik. Kıyaslamıyorum bizim zamanımızla ama çok zor. Çok kötü günler geçirdi çocuklar da. Pandemiye denk geldiler, savaştı, oydu buydu derken kötü zamanlara şahitlik ediyorlar. Biz daha mutluyduk. Daha sade yaşıyorduk, daha az şeye ulaşabiliyorduk. Şimdi bu internetler falan kafaları karışıyor galiba. Ama böyle bir döneme denk geldiler. Hem şans hem şanssızlık bence. Bakalım ne olacak? Hukuk istiyor, mimarlık istiyor. Ama daha erken belki de karar vermesi için.""Belki de kanto söylerim"SORU Başka yeni bir projeniz var mı gündemde?Şebnem Özinal "Yüksek lisans tezimi, 'Türk Tiyatrosunda Kanto ve Kantocu Kadınlar' üzerine yapmıştım. Onu bir kitap yapma projem var. Tamamen kültürel bir yayın olacak. Tez hocam Ali Düşenkalkar tavsiye etmişti, 'Bir kitap olarak sun ki insanlarda bir doküman olsun' diye. Onu teorik halinden çıkarıp, biraz daha okuyucu için uygun hale getireceğim. Çünkü kanto ve kantocu kadınların gerçekten Türk tiyatrosunda çok büyük önemi var. Daha çok gayrimüslim kadınlar kantocuydu. Cumhuriyetin ilanından sonra birkaç Türk kadın oyuncu da yapmış. Besteleri, güfteleri, dansları kendilerinin ve Türk pop müziğinin Türk müziğine girmesindeki başlangıç noktası aslında. Daha önce Doğu sazlarıyla çalınan ve söylenen şarkılar, ilk kez trompet vesaire işte İtalyan grupların Türkiye'ye gelerek gösteri yapmalarından esinlenerek Ermeni, gayrimüslim kadınlar da Batı sazlarıyla bir şekilde kanto parçalarını besteleyip sahneye koymuşlar. Önemli noktaları var kanto ve kantocu kadınların. O yüzden belki de kanto söylerim."SORU O zaman kolay gelsin, teşekkür Özinal "Çok teşekkürler. Size de kolay gelsin." Beşiktaş 'ta Sergen Yalçın'ın ardından teknik direktörlük koltuğuna oturan ancak ciddi eleştiriler alarak görevini bırakan Önder Karaveli, gündeme dair açıklamalar yaptı. Karaveli 3 ayda neler yaşadığını, başkan Ahmet Nur Çebi ile ne konuştuğunu, Süper Lig'den teklif alıp almadığını ve Beşiktaş'ta devam edip etmeyeceği ile ilgili değerlendirmelerde bulundu."Yurt dışındaki genç Türk oyuncuları takip ettik"Radyospor'a konuşan Karaveli, "2 ay oldu ayrılalı. Bu sadece dinleme ile değil Beşiktaş'taki çalışmaları devam ettirerek geçti. Kiralık oyuncuların performanslarını görmek için iyi bir fırsattı. Yurt dışındaki genç Türk oyuncuları takip ettik. Kerem'i geri döndürmüştük Uşak'tan. Kerem'in performansını takip eden antrenörlerden olumlu bilgiler alı pozisyonda Rosier tekti. Ceyhun Bey ile geleceğe dair sohbetler ediyorduk. Buraya bir oyuncu lazım dedim. Kerem'i söyledim. Kerem'i de bedelsiz şekilde geri aldık. 3 maçta da sahada oldu. Oynadığı 3 maçta da kusursuza yakın oyun oynadı. Bu durum hem beni hem de kulübü iştahlandırdı. Sezon başı kampında bu oyunculardan bazıları yer alacak. Umarım tutunabilirler. Bu oyuncuların dönüşü ekonomik anlamda da çok büyük fayda sağlayacak."Emirhan İlkhan ile U19'da beraber başladık""22 yılını gençlere adamış bir insanı, genç oyuncuyu oynatıp, oynatmamak üzerine eleştirmek abesleşti. Emirhan İlkhan ile U19'da beraber başladık. Gelecekle ilgili ışık saçan oyunculardan biriydi. Sonra Beşiktaş A takım teknik direktörü olduktan sonra bu gençlere şans vermeyi düşünüyordum. İlk 4 maç ve 1 kupa maçında o oyuncuların hiçbiri yoktu. Sonra Süper Kupa finaline gittik. Finale giderken de takımımız tam olsaydı, o çocuklarımız orada büyük ihtimalle olamayacaktı. Ama eksilmeler olabilir düşüncesiyle 5 oyuncu belirlemiş ve listeye vermiştik. Final maçında 16 kişilik kadroda 2 tane yedek kalecimiz yazılıydı. O maç da Emirhan'ın ilk maçıdır.""Geriye döndüğümde evet keşke biraz daha iyi gitseydi diyorum"Önder Karaveli, final maçında oyun 1-1'ken Emirhan İlkhan'ı sahaya sürdü. Sonrasında Rizespor maçında ilk 11 olarak oyuna başladı. Biz o maça kovid nedeniyle katılamadık. Bir de gol attı. Sonra Gaziantep maçında oynadı. Peşinde 3 maç Emirhan'ı sahaya sürdük. Ama performansı çok da yeterli değildi. Emirhan'ın performansı iyi olmadığında sert eleştiriler de oluyordu. Emirhan'ın yaşadıklarını ben biliyorum. Onunla sürekli konuşuyorduk. Kalan maçlarda da fazlaca şans bulamadı. Geriye döndüğümde evet keşke biraz daha iyi gitseydi, sahada o da olabilseydi diyorum ama o günkü şartlar bunu gerektiriyordu. Son bölümde Emirhan'ın şans bulduğu maçlarda iyi oynadığı zaman gördün mü hocam, utanıyor musun diyorlardı. Emirhan iyi oynadığında en çok sevinen benimdir."İyi günlerinde herkes yanında zaten""18 yaşındaki bir çocuğu çok göklere çıkardığınızda bununla mücadele etmesi kolay değil, çok dip yaptığınızda da mücadele etmesi kolay değil. İyi günlerinde herkes yanında zaten. Ben zor günlerinde onlara yardımcı olan kişi olmak istiyorum."Şenol Güneş'e kırgın değilim"Şenol Güneş büyük bir isimdir. Ona kırgın değilim. Ama benimle ilgili açıklamaları... Altyapı teknik direktörü olmak beni rahatsız etmez çünkü doğrudur. Çoğunluğunda bana görev verilen yer altyapıydı. Bu beni rahatsız etmedi ama bunu söylemeye gerek var mıydı, ayrı bir konu... Ama benim bu kırgınlıklarla zaman geçirecek vaktim yok. Bunlarla ilgili vakit kaybetmek istemiyorum."Beşiktaş'ın kaleci transferine ihtiyacı yok"Ersin Destanoğlu, Mert Günok ve Emre'yi çok zorlayacak isimler de altyapıdan geliyor. Beşiktaş'ın kaleci transferine ihtiyacı yok. "Biz Ahmet Başkanla Beşiktaş U19 takımının maçında karşılaştık"Beşiktaş daha önce oluşturulan altyapının mirasını yiyor, başka yatırım yapılmıyor şeklinde söylenenler yanlış. Orada görev yapan antrenörlere saygısızlık olur bu. Ahmet Bey'in yaklaşımını da biliyorum. Biz Ahmet Başkanla Beşiktaş U19 takımının maçında karşılaştık. Önem vermeyen başkan orada olur mu, olmaz. Ben daha önce şahit olmuyordum. Oradan sorumlu yöneticilerin maçı izliyor olması o çocuklar için o kadar önemli ki. Bu desteği görmek oyuncuları motive ediyor."Emirhan'la ilgili en az emeğe ben sahibim dedim"A takıma bir oyuncu çıkıyorsa, ona tek başına sahiplenmeye karşıyım. Emirhan'la ilgili en az emeğe ben sahibim dedim. Emirhan'a bir sürü çalışanın katkıları vardır. Bu tip şeylerde oyuncuları benden dolayı oldu demeyi doğru bilmiyorum. Bir gün ben de bir oyuncu için sadece ben derse beni de eleştirin. 1 hafta önce kupayı alan Rıza Çalımbay, Sergen Yalçın, Ziya Doğan ve ben Hamdi Serpil Tüzün oyuncusudur."Beşiktaş bir model oluşturacak"Türkiye'de en büyük sorun U19'a kadar başarılı gelen oyuncuları 18-22 yaş arasındaki problemler, A takıma geçiş sırasında yaşanan sorunlar, fiziksel ve zihinsel sorunlar, kiralık giden oyuncuların dışlanmış gibi hissetmesi gibi birçok şeyi koordine etmek gerekiyor. Burada büyük eksiklik var Türkiye'de. Biz Beşiktaş olarak bu eksikliği kapatacağız. Dünyada bunu çok düzgün şekilde yapan kulüpler var ama 1 tane modeli alıp getirmek yanlıştır. Türkiye'nin kültür kodları farklıdır. Ben kendi modelimizi oluşturmaktan yanayım ve Beşiktaş bunu yapacak. Beşiktaş bir model oluşturacak ve Bayern Münih, Ajax gibi modelleri inceliyorsak umarım bir gün dünyanın farklı yerlerinden gelip Beşiktaş modelini kendi takımlarına entegre etmeye çalışacaklar."Türkiye'den ve yurt dışından teklifler aldı"Benim Beşiktaş'la sözleşmem çok önemli bir şey değildir. Sadece teferruattır. A takım teknik direktörlük görevim bittikten sonra Türkiye'de bazı teklifler aldım. Birkaç hafta içinde yurt dışından da teklifler aldım. Hepsine aynı cevabı verdim. Beşiktaş'ın kontratlı hocası olarak bu sözleşmem bitmeden kimseyle görüşemem dedim. Ceyhun Bey'i bilgilendirmeden hiçbir şey yapmadım. Son dönemde kulübümüze Süper Lig kulübünden gelen bir teklif vardı. Ceyhun Bey söyledi. "Hatayspor talip oldu"Hatayspor talip oldu ve başka şeyler de vardı. Ben bunlarla ilgili hiçbir şey söylemedim. Başkanımızla konuştuğumuzda tekrar Beşiktaş'ta aynı enerji ile devam edeceğiz dedi. Açıklaması önümüzdeki günlerde olacak. 10 yaşında Beşiktaş öz kaynak düzenine girip, oyuncu oldum. 2000 yılında antrenör oldum. Bu sezon da 19 maç bana inanarak başkanımız ve yönetim kurulu teknik direktörlük görevini verdiler. Başkanımız bir teklif olursa, o zaman bunu konuşacağız ve sana bu yolda izin vereceğiz dediler. Ama Beşiktaş'ta olduğum sürece hiç yarını düşünmeden devam edeceğim. Ülkemizin doğusundan da batısından da yurt dışından ise Avrupa'nın merkezinden teklifler aldım. Bir noktaya kadar ilerledi sonrasında bir gelişme şu anda yok."Süper Lig'de oynanılan maçlarda kazanan oyunlardı"Ben Şampiyonlar Ligi maçları dahil Beşiktaş'ın hemen hemen tüm maçlarını seyrettim. Beşiktaş'ın tüm oyunları Süper Lig'de oyunun hakimi olduğu maçlardı. Görevi bize söylediklerinde oyuncular tabii ki yaşadıklarından dolayı çok mutsuzlardı. Aslında yaptığımız çok da bir şey yok. Sadece onlara eşlik ettik. Beşiktaş'ın oynadığı bir oyun vardı. Süper Lig'de oynanılan maçlarda kazanan oyunlardı. Biraz oyunculara dokunuşlarımız oldu. Kayserispor maçında 2-1 geriye düşmüştük. Sonra 4-2 kazandık. Çok coşkulu bir andı. İlk defa burada söyleyeceğim, ben ne olduğunu çok anlayamadım. Hatta 4. golden sonra takımla beraber koşup, sevinmeye gittim. O anlar bende yok... Çok net hatırlamıyorum."100 günü kusursuz olarak görmüyorum"Eleştirilere açık olduğunu dile getiren Karaveli "Ben kendini ağır eleştiren biriyim. Beşiktaş'ta 100 gün sürdü. O 100 günü kusursuz olarak görmüyorum, içinde hatalar da var. Kolay bir şey değildi. Oyunlar ve skorlar da çok iyi gitsin, altyapıdaki bazı oyuncuları da oyuna sokmak çok isterdim. Rizespor maçında Demir Ege Tıknaz kenara kadar geldi. Gol yedik, o yüzden oyundan çıkaracağımız oyuncunun kalması gerekti. Bazı oyuncular var onlar da sahada olsun çok isterdim. Bazı hatalar tabii ki var. Tecrübe edindik ve bundan sonra bir daha teknik direktörlük için bir fırsat olursa, bunlardan dersler aldık." dedi."Bence Ali Koç'un davranışı çok Fair bir davranıştı"Süper Lig'de Beşiktaş takımıyla toplam iki derbi yaşadığını ve Fenerbahçe derbisi sonrası Ali Koç'un kendisini tebrik ettiğini ifade eden Karaveli, şöyle konuştuİki derbi yaşadım. Fenerbahçe maçında bir penaltı olmuştu. Günlerce tartışıldı. Bence tartışmaya kapalıydı, net penaltıydı. Hakem kararları üzerinden hakem eğitimlerinde bu kadar konuşulmuyordur. Bütün paydaşların hataları oluyor. Herkes kendisini gözden geçirmeli. Fenerbahçe maçı bittiğinde aşağıda Ali Koç tebrik etti. 'Ya sen neredeydin şimdiye kadar." dedi. Ben de teşekkür edip, buralardaydım aslında dedim. Kendi sahanızda Beşiktaş'a karşı kazanamıyorsunuz ve oyunu da kaybediyorsunuz bana göre... Bence Ali Koç'un davranışı çok Fair bir davranıştı. Fenerbahçe yönetim kurulu üyeleri de tebrik etti." "En etkisiz oyunumuzdu" Galatasaray derbisinde sahaya sürülen 11'e karşı yapılan eleştirilere de cevap veren Karaveli "Galatasaray maçının en çok eleştirilenlerden biri ilk 11 ve değişiklik. En etkisiz oyunumuzdu. Bazı oyuncular üzerinden eleştiriler oldu. Bir kere ben çok şanslı bir antrenörüm, başladığım günden bıraktığım güne kadar başkanımız ve Ceyhun bey bir kere bile oyuncularla alakalı karışmadılar. Bana bu konuda herhangi bir şey söylenseydi zaten bu görevi yapamazdım. Ben böyle biri değilim. İnsanlar bu konuları zihinlerinde bitirmeli. Tamamen kendi özgür irademle görev yaptım. Bir önceki Kenan ve Güven iyi oynadığı için Larin ve Batshuayi ile başlamadım. Galatasaray maçında topa sahip olamadıkça üzerimize çok fazla geldi. Bu maçın ertelenmesi konuları oldu ve bu Galatasaray'ı fazlaca motive etti. Takımın o sırada bir şoka ihtiyacı vardı. Bunu değişiklikle yapalım dedik. Biz de bir şey yapamadık ama Galatasaray da yapamadı." dedi."Topu ileride tutamadık"En etkili oynadıkları maçın Başakşehir karşılaşması olduğunu söyleyen Karaveli, şu ifadeleri kullandı"Bir önceki 2-2'lik Başakşehir maçında en etkili oyunlarımızdan birini oynadık. Maçtan sonra rakip takım teknik direktöründen övgü aldığımız bir maçtı. O oyunun ardından o oyuncularla Galatasaray maçına çıkmak doğaldı. Topu ileride tutamadık. Herhangi bir oyuncuyu da çıkarabilirdik çünkü kimse iyi oynamıyordu. İkinci yarı işler düzeldi. 2-1'i bulduk ve maçın sonunda tartışmalı bir Larin'in çekildiği pozisyon vardı. Bence penaltıydı. O maçı 2-1 kaybettik. Benim ligde 2 tane mağlubiyetim oldu. Biri Konyaspor, diğeri Galatasaray maçı. Ama 19 maça baktığımda en etkisiz oyun Galatasaray maçının ilk yarısı ve Adana Demirspor maçının son bölümü. 60. dakikadan sonra her geçen dakikada Adana Demirspor'un daha da üstün olduğu bir oyundu. 1-1 beraberliğimizin hemen hemen hepsinde üstün olan taraf bizdik. Ben 22 yıllık antrenörlük hayatım boyunca 1 gün bile oyuncularıma skoru koruyun demedim. Hiçbir şekilde böyle bir talepte bulamadım, oyuncu değişikliklerini bu şekilde yapmadım. Ama otomatikman bazı durumlarda oyuncular psikolojik olarak, oyun o şekilde ilerliyorsa skoru korumaya yönelebilir. Bunu antrenör söylemez.""Geriye dönüp oynamak istediğim 2 tane maç vardı"Beşiktaş'ta görev yaptığı süre boyunca tekrar geriye dönüp oynamak istediğim 2 tane maç olduğunu söyleyen Karaveli "Tekrar geriye dönüp oynamak istediğim 2 tane maç vardı. Biri Galatasaray maçı, diğeri Kayserispor'a elendiğimiz kupa maçı. Defalarca pozisyon bulup, sonuçlandıramamıştık. Rakip ceza sahasına en fazla giriş yapıp, gol denemesi yapan takımdı Beşiktaş. Batshuayi birçok golü kaçırdı ama sadece o değil. Bir önceki senenin en çok gol atanları Ghezzal ve Larin de atamamıştı. Batshuayi en çok gol pozisyonuna giren oyuncuydu ama son vuruşları yeterli değildi. Kariyeri boyunca bunu yaşamış. Zaten son vuruşları da iyi olsa Premier Lig'de kariyerine devam ederdi." dedi."Batshuayi olmadı"Beşiktaş'ta gol vuruşu sıkıntısı çektiklerini ve bu yüzden şampiyonluk yarışının içinde olamadıklarını söyleyen Karaveli "Gol vuruşu konusunda istediklerimiz tam olarak karşıladı diyemeyiz. Birinci iş olarak duruyor ama birçok şeyi de doğru yapan oyuncuydu. Bunları doğru yapıp, gol vuruşunu yapamadığınızda boşa çıkıyor. Beşiktaş'ın bundan önceki forvetleri, Aboubakar, Gomez, Cenk Tosun, Demba Ba doğru golleri ve kolay golleri yapan oyuncular olunca Batshuayi olmadı. Attığının 2 katı kadar gol atabilirdi. Eğer o golleri atabilmiş olsaydı çok daha farklı yerde olurdu Beşiktaş. Beşiktaş şampiyonluğun sonuna kadar yarışın içinde olurdu. Benden önce Sergen hocada oynanan bölümde de Beşiktaş oyunun hakimiydi. Bizimle o sayı daha da yükseldi. Çok az gol pozisyonu veriyorduk rakibe. Ben teslim olan bir oyun değil, teslim alan bir oyun isterim. Ama sonuçlandırdığınızda bu oyun meyvesini alır." dedi."Dünyada böyle mi yapılıyor?"Genç oyunculara fırsat verilip verilmemesiyle ilgili de konulaşan Karaveli "Bir oyuncu üzerinden 'onun ayakkabıları sahada olsa yeter' dendi. O iş öyle olmuyor. Oyuncunun fiziksel olarak da yeterli seviyede olması lazım. Bir de genç oyuncularla ilgili bir şey söylendi. 'Genç oyuncuların sahaya sokulma şeklinin 2-0, 3-0 takım rahatladığında sokulabileceği söylendi. Şimdi bazı takımlar 1-0, 2-0 kazanıyor ve şampiyonluğa gidiyor. Şimdi o takımda hiç genç oyuncu oynamayacak mı? Dünyada böyle mi yapılıyor? Yeni çıkan genç oyuncular sürekli mi şans buluyor?" dedi."Düşündüklerini doğru ifade etmek, kibar olmak suçmuş gibi algılandı"Kamaoyunda kibar olmak suçmuş gibi algılandığını söyleyen Karaveli "Maç sonu, maç önü konuşmalarımda şiir okuyor edebiyat öğretmeni, beden hocası dediler. Bir kere ben şiir okumayı çok severim ama ezbere şiir bilmem. Düşündüklerini doğru ifade etmek, kibar olmak suçmuş gibi algılandı. Bu insanları rahatsız etti. Bana hakaret etmeye başladı insanlar. Sizden rica ediyorum bana hakaret etmek istiyorsanız devam edin, üsluplarınız sizin nasıl biri olduğunuzu gösterir. Ama öğretmenlik gibi kutsal bir meslek üzerine hakaret etmeyin. Beden hocaları, edebiyat hocaları çok kutsaldır. Benim telefon numaramı insanlara servis etmeye başladı birileri. Bana telefon edip, aileme, 12 yaşındaki oğluma küfür etmeye başladılar. Ben kendi adıma bembeyaz kalmaya çalışacağım. Üzerimde verilen forma, Beşiktaş arması ve Türk Bayrağı taşıyor. Bizi seyredenlere örnek oluyoruz. Tabii ki söylediklerimize dikkat edeceğiz, tabii ki ağzımızdan çirkin sözler çıkmayacak. Ben bu adanmışlığımı geliştireceğim." dedi."Beşiktaşlı insanların mahkemelerde olmasını istemedim"Kendisine yapılan hakaretlerin Beşiktaşlılar tarafından yapılmadığını ifade eden Karaveli "İlk ayrıldığım dönemlerde oldu bu hakaretler. Ayrıldıktan sonra kesildi. Onları yapanların Beşiktaşlı insanlar olduğuna inanıyordum. Beşiktaşlı insanların mahkemelerde olmasını istemedim. Sonra da keşke mahkemeye verip, oradan gelecek kazancı akademide kullanmak isterdim. Ama gözüm görmek istemedi ve hepsini sildim. Kulübümüz de o mesajları bize iletin demişti." dedi."Ben Kerem Aktürkoğlu ile ilgili hiçbir olumsuz karar vermedim"Galatasaray ile oynadıkları maç öncesi eski öğrencisi Kerem Aktürkoğlu ile yaşadığı olayı da açıklayan Karaveli "Maçtan önce Kerem geldi ve bana sarıldı. Bana söyledikleri çok güzeldi. Orada olmamdan dolayı duyduğu gururu söyledi. Ben de teşekkür ettim. Ona yetinmemesi gerektiğini, çok daha fazla çalışması gerektiğini söyledim. Ben Başakşehir U19 teknik sorumlusuyken, Kerem U21 takımındaydı. Benim grubumda değildi. Kerem benim takımımla 1 kere beraber oldu. Kendi yaş kategorinizde 4 sarı kart aldığınızda cezalı oluyorsunuz ama farklı yaş kategorisinde benim takımımda 1 maç oynadı ve tekrar geri döndü. Ben Kerem'le ilgili nasıl karar veren olurum ki... Bu kararları veren zaten altyapı antrenörü değildir. Önder hoca genç oyuncudan anlamaz, Kerem'in gitmesine neden oldu diyorlar. Önder hoca hayatını genç oyuncularla geçirdi. Ben Kerem Aktürkoğlu ile ilgili hiçbir olumsuz karar vermedim. Bu konuda hiçbir dahlim olmadı. İnsanlar çok kolay yalan söylüyor. Birisi bir şey söylüyor, herkes onun üzerinden devam ediyor. " dedi."Hiçbir şey yazıldığı gibi değil"Beşiktaş'ta teknik direktörlük görevinden ayrıldıktan sonra altyapıya dönmediğini söyleyen Karaveli "Beşiktaş'ta görevi bıraktıktan sonra altyapıya döndüğüm söylendi. Bu durum hiç olmadı. Ben A takım için çalışmaya devam ettim. Ben görevi bıraktıktan sonra ilk defa bu açıklamaları yapıyorum, hiçbir şey yazıldığı gibi değil. Ben kendi adıma bu söylenenleri çok fazla önemsememeye çalıştım. Ama bazen bu hakaretler çok fazla olduğunda insan nefes alamıyormuş gibi oluyor." dedi."Başkanımız teklifimi kabul etmedi"Beşiktaş'tan ayrılma isteğinin kendisinden geldiğini söyleyen Karaveli "Ama benim Beşiktaş'tan ayrılmam da bunlarla ilgili olmadı. Gerçeği söyleyeyim. Ahmet Nur Çebi bu talebin benden geldiğini söyledi ve insanlar buna da inanmadı. Aslında benden geldi. Ben Beşiktaşlıyım, şu anda geldiğimiz noktada takımımızın bir enerji değişikliğine ihtiyacı var dedim. Sizden rica ediyorum bunu oluşturun dedim. Başkanımız da çok net şekilde hayır hocam ben sezon sonuna kadar seninle devam etmek istiyorum dedi. Benim isteğim bir enerji değişikliğiydi. Oyuncuların tekrar kendine gelmesini istiyordum. Kupadan elendik, galibiyetler üst üste gelmedi. Oyunculardan herhangi bir saygısızlık gelmedi. Her takımda olabilecek ufak tefek sorunlar oluştu. Oyuncularla son Hatay maçının son antrenmanına kadar herhangi bir saygısızlık olmadı. Pjanic'ten ne istediysek aldık. Başkanımız teklifimi kabul etmedi. Sonraki gün ben tekrar ısrar edince, başkanımız da mecbur kalıp, bunu kabul etti. Ve Ismael hocamız göreve getirildi. Çok da başarılı olmasını istiyorum." dedi."Valerien Ismael'in çok başarılı olmasını temenni ediyorum"Valerien Ismael'in Beşiktaş'ta çok başarılı olmasını istediğini ifade eden Karaveli "Valerien Ismael ile bilgi alışverişi hep oluyor. Genç oyuncularımızın bir kısmı kampta olacak. Benim gönlümden geçen bu oyuncuların tutunarak, orada kalması. Beşiktaş'ta ilerleyen yıllarda sahada olabilecek genç oyunculara sahibiz. Oğuzhan Akgün ve Kartal Kayra kamp kadrosunda olacak. Canı gönülden kadroda tutunmalarını istiyorum. Valerien Ismael Beşiktaş teknik direktörü. Çok başarılı olmasını temenni ediyorum. Zamanla hem oynatmak istediği oyun, hem oyuncular çok farklılaşacaktır. Beşiktaş'ın önünde çok iyi bir fırsat var. İyi olacağına olan inancımı kaybetmek istemiyorum. dedi."Dünyanın her yerinde teknik direktörlük yapmaya hazırım"Süper Lig veya Avrupa'da takım yönetmek isteyip istemediği sorusuna da cevap veren Karaveli "Bunu ben kulübümden de başkanımızdan da saklamıyorum. Bunu istiyorum. Bu kararı da kulübümle beraber vereceğim. Dünyanın her yerinde teknik direktörlük yapmaya hazırım. Şu anda bununla ilgili bir şey söylemek doğru olmaz. Gönlümden tabii ki teknik direktörlük yapmak geçiyor." dedi."Keşke hüngür hüngür ağlasaydım"Beşiktaş tribünlerin kendisini çağırdığında ağlamamak için kendisini zor tuttuğunu ifade eden Karaveli "Hayatı Beşiktaş'ta geçen bir insan, bir gün Beşiktaş teknik direktörü olarak tribünlere çağırıldığında da kendimi çok tutmaya çalıştım. Çok pişmanım, keşke kendimi tutmasaydım da hüngür hüngür ağlasaydım. Yıllarca o tribünlerden oyuncuları çağırmışım ben. Yıllar sonra tribünler beni çağırmış, nasıl duygulanmayayım?" dedi."Ben Emirhan'ı oynatan antrenörüm, oynatmayan değil"Emirhan İlkhan'a sitemde bulunan Karaveli "Emirhan'ın bana söylediği şeyler var. İnsanlar eleştirmeye devam ediyor. Sorun yok. Hakarete varmadığı sürece yapılan her şeyi beğenmek zorunda değiller. Ama lütfen unutmasınlar. Ben Emirhan'ı oynatan antrenörün. Oynatmayan değil. Her zaman oynamak zorunda da değil. İnsanlar ne kadar eleştirirse eleştirsin biz Emirhan'la konuşmaya devam ediyorum. Umarım harika şeyler yapar. Ama yarınlarda işler birazcık olumsuz gittiğinde insanlar bir kenara çekilir, Önder hocası yanında olur." dedi 1 Öncelikle burada yazacaklarım şaka veya alay edilecek şeyler değil yazdıklarımda gayet ciddiyim ve çözüm yolu aradığım için yazıyorum, lütfen dalga geçmeyin. Ben tüm sülalesi doktor olan bir ailede büyüdüm; halam, babam, annem, amcam, teyzem herkes doktor. Bu sayede gayet iyi şartlarda büyüdüm bir gün bile para sıkıntısı yokluk vs. görmedim. Bunların sonucu olarak küçüklüğümden beri sitede yaşadım hiçbir zaman mahalle kültürünü görmedim. Sitede yaşamamın sonucu olarak arkadaşlarımla yapabileceğim birçok şey vardı. Ancak tam 4 kere taşındığım için pek de çevrem yoktu. İlkokulda aslında gayet sosyal ve hiperaktif birisiydim. Bir ton arkadaşım vardı hatta ben alfaydım desem yalan olmaz, insanları ben organize ediyordum ve benimle arkadaş olup oynamak için uğraşanlar vardı. İlkokul boyunca bu devam etti ancak ortalarında arkadaşım CSGO diye bildiğimiz oyundan bahsetti ve ben ilk defa o gün bir bilgisayar oyunu oynadım. Bilgisayar oyunu oynamamın sonucunda oyunu çok sevdim ve bağımlısı oldum. Artık sitede dışarı çıkmıyordum ve kilo almaya başlamıştım. Normalde çok zayıf hatta kemikleri gözüken ben adeta asosyal, kilolu birisi olmuştum. Aylarca böyle oyun oynadıktan sonra taşınmıştık. Taşındığımız sitede bir kere bile dışarı çıkmamıştım ve arkadaş edinmemiştim, çünkü küçüklüğümden beri utangaç birisiydim ve arkadaş utanıyordum. Lise başladığında yine taşındık ve çevrem artık sıfırdı tanıdığım bir kişi bile yoktu. Arkadaş ortamım olmayınca kendimi tarih ve felsefeye vermiştim, bugün Türkiye'nin en iyi üniversitelerine giden insanların bile okumadığı kadar tarih ve felsefe kitabını ben okumuştum. Genel kültür ve olgunluk seviyem yaşıtlarımdan çok çok daha fazlaydı. koronaya denk gelmişti bu sebepten ötürü okulda yalnızlık çekme tarzı bir derdim yoktu. Lise 2 başladı, ben gayet iyi bir proje okulunda okuyordum. İlk günlerde çok fazla arkadaşım oldu ve sınıftaki tüm erkeklerle sami miydim. Ama zaman geçtikçe bu tersine döndü. Ortaokulda da aynısı olmuştu, sınıfta herkesle iyi arkadaşken sonradan herkes nedendir bilmem benden soğudu ve beni zorlama arkadaş olarak görmeye başladılar. Şu an ve asosyalim. Dışarı çıkmıyorum, sınıftan zorlama samimi olmadığım arkadaşlar var onlarla bir şey yapmıyorum, kiloluyum, boyum yaşıtlarımdan 7-8cm kısa, sportif değilim. Arkadaşları benden soğutan temel şeylerin tamamı dış görünüşümle alakalı ve sportif olmamamdan kaynaklı. Ben irade sahibi birisiyim normal şartlarda kararlıysam istediğim her şeyi yapabilirim ama söz konusu şeyler sportif şeyler olunca hiçbir şey yapamıyorum. Kızlarla konuşamıyorum, sınıftakilerde buna dahil. bir şekilde geçer ancak sınıflar değişeceği için o zamana düzgün şekilde gitmek istiyorum. için ne yapabilirim daha sosyal olmak için sizce? 2 Genel kültür ve olgunluk seviyem yaşıtlarımdan çok çok daha fazlaydı. Öyleyse zaten lisede kafanın uyacağı, lame gelmeyecek insan sayısı en fazla 2 veya 3'tür. Bunları takma. Lisede yapacağın arkadaş, lise bittiğinde toz olup gider. Spora başlaman özgüvenini yükseltir, utangaçlığını kırar. Bunu her şeyden önce kendin için yapmalısın bence. Mahalle kültürü de düşündüğün gibi havalı veya olması gereken bir şey değil, merak etme. 3 Öncelikle burada yazacaklarım şaka veya alay edilecek şeyler değil yazdıklarımda gayet ciddiyim ve çözüm yolu aradığım için yazıyorum, lütfen dalga geçmeyin. Ben tüm sülalesi doktor olan bir ailede büyüdüm; halam, babam, annem, amcam, teyzem herkes doktor. Bu sayede gayet iyi şartlarda büyüdüm bir gün bile para sıkıntısı yokluk vs. görmedim. Bunların sonucu olarak küçüklüğümden beri sitede yaşadım hiçbir zaman mahalle kültürünü görmedim. Sitede yaşamamın sonucu olarak arkadaşlarımla yapabileceğim birçok şey vardı. Ancak tam 4 kere taşındığım için pek de çevrem yoktu. İlkokulda aslında gayet sosyal ve hiperaktif birisiydim. Bir ton arkadaşım vardı hatta ben alfaydım desem yalan olmaz, insanları ben organize ediyordum ve benimle arkadaş olup oynamak için uğraşanlar vardı. İlkokul boyunca bu devam etti ancak ortalarında arkadaşım CSGO diye bildiğimiz oyundan bahsetti ve ben ilk defa o gün bir bilgisayar oyunu oynadım. Bilgisayar oyunu oynamamın sonucunda oyunu çok sevdim ve bağımlısı oldum. Artık sitede dışarı çıkmıyordum ve kilo almaya başlamıştım. Normalde çok zayıf hatta kemikleri gözüken ben adeta asosyal, kilolu birisi olmuştum. Aylarca böyle oyun oynadıktan sonra taşınmıştık. Taşındığımız sitede bir kere bile dışarı çıkmamıştım ve arkadaş edinmemiştim, çünkü küçüklüğümden beri utangaç birisiydim ve arkadaş utanıyordum. Lise başladığında yine taşındık ve çevrem artık sıfırdı tanıdığım bir kişi bile yoktu. Arkadaş ortamım olmayınca kendimi tarih ve felsefeye vermiştim, bugün Türkiye'nin en iyi üniversitelerine giden insanların bile okumadığı kadar tarih ve felsefe kitabını ben okumuştum. Genel kültür ve olgunluk seviyem yaşıtlarımdan çok çok daha fazlaydı. koronaya denk gelmişti bu sebepten ötürü okulda yalnızlık çekme tarzı bir derdim yoktu. Lise 2 başladı, ben gayet iyi bir proje okulunda okuyordum. İlk günlerde çok fazla arkadaşım oldu ve sınıftaki tüm erkeklerle sami miydim. Ama zaman geçtikçe bu tersine döndü. Ortaokulda da aynısı olmuştu, sınıfta herkesle iyi arkadaşken sonradan herkes nedendir bilmem benden soğudu ve beni zorlama arkadaş olarak görmeye başladılar. Şu an ve asosyalim. Dışarı çıkmıyorum, sınıftan zorlama samimi olmadığım arkadaşlar var onlarla bir şey yapmıyorum, kiloluyum, boyum yaşıtlarımdan 7-8cm kısa, sportif değilim. Arkadaşları benden soğutan temel şeylerin tamamı dış görünüşümle alakalı ve sportif olmamamdan kaynaklı. Ben irade sahibi birisiyim normal şartlarda kararlıysam istediğim her şeyi yapabilirim ama söz konusu şeyler sportif şeyler olunca hiçbir şey yapamıyorum. Kızlarla konuşamıyorum, sınıftakilerde buna dahil. bir şekilde geçer ancak sınıflar değişeceği için o zamana düzgün şekilde gitmek istiyorum. için ne yapabilirim daha sosyal olmak için sizce? Git Spor yap şunu da bil kimse kimsenin dış görünüşüne takılmaz kendi kafanda kurup kompleks yapmışsın. Sorun ortada teşhisi koymuşsun; Vücudunu beğenmiyorsun, yalnız hissediyorsun. Asosyal kafanı Hamburger düşünmek yerine biraz da kendin için yor. İradeli ve disiplinli bir şekilde düzenli beslenmeni yap sporunu da yap, böylece kendini seveceksin özgüvenin gelecek. Kendinden tiksinme başka sen yok. İnsanlar ne der diye de düşünme öyle bir şey yok emin ol her insan kendi iç dünyasında senin gibi savaşlar veriyor yani kimse onca derdinin arasında seni düşünmez. Başka sen yok bedenine iyi bak. Sürekli arkadaş, kız diye de isyan etme üstüne ne kadar gidersen senden o kadar uzaklaşır bazı şeyler. Mesafeli ol diksiyon kazan iyi bir vücutla birlikte özgüvenin de gelecek. Uzun vadeli bu plan için kısa süreli zevklerinden vazgeç. Konfor alanından çık. Son düzenleyen Moderatör 31 Ocak 2022 4 Öncelikle dış görünüşüne önem ver çünkü insanlar çok önyargılı olabiliyor aslında dış görünüş önemli değil hergün saçını tara modaya göre kıyafetler giyin diyetisyene git spor salonuna yazıl sosyal aktiviteler yap yaz kampına git vb vb. En önemlisi korkusuzca konuş, insanlarla samimi olmaya çalış aktif sosyal medya kullan arkadaşlarına fazla zaman ayır bol bol aktivite yapın zaten devamı çok kolay ilerleyecektir. 5 Okulun bitmesine aşağı yukarı 4-5 ay var, bu süreçte ilk adımını spor salonuna yazılarak başla. Hem boyun uzar hem özgüven kazanırsın hem de saygınlık ve statü elde edersin ilişkilerde. Lisede kafa dengi olacağın 4-5 kişi çıkar, gerisini ile mezun olduktan sonra unutur gidersin ancak lisedeyken anın tadını yaşamaya bak ve arka plan karakteri olarak kalma. Senin aşağılık kompleksin var, sadece kendi sorunun vücudun ile. Gözlem yaparak insanların senden neden uzaklaştığını bulman gerekiyor ilk olarak. Şahsen mıymıntı, asosyal, çenebaz ve kıskanç insanlardan pek haz etmiyorum. İletişim kurmak için konuştuğun tel şey futbol olursa başarısız olursun. Ayrıca sen zorluk yüzü görmemişsin, bizlere "kitap okuyorum, param var." ayakları yapma ilk olarak. Bir başkasının altında çalış 2 ay boyunca zorluk ne demekmiş öğren, farklı bir bakış açısı kazanırsın. 6 Özgüven kazanabileceğiniz en iyi yer spor salonudur. Tavsiyem bir spor salonuna kayıt ol. Hem fazla kiloları verirsin, hem de özgüven kazanırsın. 7 Elimden tavsiye vermek dışında bir şey gelmez. İlk olarak spor yapamasanızda diyet detox vs kendi sağlığınız içinde kilo verin, hem böyle likte spora biraz motive olur spor yapmaya ev egzersizleri yapmaya başlarsınız. Ayrıca mahalleler senin TV'den izlediğin gördüğün gibi yerler değil Takıldığınız şeyler düzeltilebilecek şeyler. Uzun boylu kaslı yakışıklı bile olsanız lisedeki insanlar büyümemiş çoluk çocuk vasıfsız ergen oldukları için özellikle erken olgunlaşmış bir çocuk olarak bence onlar istesede siz arkadaş olmayın. 8 Öncelikle burada yazacaklarım şaka veya alay edilecek şeyler değil yazdıklarımda gayet ciddiyim ve çözüm yolu aradığım için yazıyorum, lütfen dalga geçmeyin. Ben tüm sülalesi doktor olan bir ailede büyüdüm; halam, babam, annem, amcam, teyzem herkes doktor. Bu sayede gayet iyi şartlarda büyüdüm bir gün bile para sıkıntısı yokluk vs. görmedim. Bunların sonucu olarak küçüklüğümden beri sitede yaşadım hiçbir zaman mahalle kültürünü görmedim. Sitede yaşamamın sonucu olarak arkadaşlarımla yapabileceğim birçok şey vardı. Ancak tam 4 kere taşındığım için pek de çevrem yoktu. İlkokulda aslında gayet sosyal ve hiperaktif birisiydim. Bir ton arkadaşım vardı hatta ben alfaydım desem yalan olmaz, insanları ben organize ediyordum ve benimle arkadaş olup oynamak için uğraşanlar vardı. İlkokul boyunca bu devam etti ancak ortalarında arkadaşım CSGO diye bildiğimiz oyundan bahsetti ve ben ilk defa o gün bir bilgisayar oyunu oynadım. Bilgisayar oyunu oynamamın sonucunda oyunu çok sevdim ve bağımlısı oldum. Artık sitede dışarı çıkmıyordum ve kilo almaya başlamıştım. Normalde çok zayıf hatta kemikleri gözüken ben adeta asosyal, kilolu birisi olmuştum. Aylarca böyle oyun oynadıktan sonra taşınmıştık. Taşındığımız sitede bir kere bile dışarı çıkmamıştım ve arkadaş edinmemiştim, çünkü küçüklüğümden beri utangaç birisiydim ve arkadaş utanıyordum. Lise başladığında yine taşındık ve çevrem artık sıfırdı tanıdığım bir kişi bile yoktu. Arkadaş ortamım olmayınca kendimi tarih ve felsefeye vermiştim, bugün Türkiye'nin en iyi üniversitelerine giden insanların bile okumadığı kadar tarih ve felsefe kitabını ben okumuştum. Genel kültür ve olgunluk seviyem yaşıtlarımdan çok çok daha fazlaydı. koronaya denk gelmişti bu sebepten ötürü okulda yalnızlık çekme tarzı bir derdim yoktu. Lise 2 başladı, ben gayet iyi bir proje okulunda okuyordum. İlk günlerde çok fazla arkadaşım oldu ve sınıftaki tüm erkeklerle sami miydim. Ama zaman geçtikçe bu tersine döndü. Ortaokulda da aynısı olmuştu, sınıfta herkesle iyi arkadaşken sonradan herkes nedendir bilmem benden soğudu ve beni zorlama arkadaş olarak görmeye başladılar. Şu an ve asosyalim. Dışarı çıkmıyorum, sınıftan zorlama samimi olmadığım arkadaşlar var onlarla bir şey yapmıyorum, kiloluyum, boyum yaşıtlarımdan 7-8cm kısa, sportif değilim. Arkadaşları benden soğutan temel şeylerin tamamı dış görünüşümle alakalı ve sportif olmamamdan kaynaklı. Ben irade sahibi birisiyim normal şartlarda kararlıysam istediğim her şeyi yapabilirim ama söz konusu şeyler sportif şeyler olunca hiçbir şey yapamıyorum. Kızlarla konuşamıyorum, sınıftakilerde buna dahil. bir şekilde geçer ancak sınıflar değişeceği için o zamana düzgün şekilde gitmek istiyorum. için ne yapabilirim daha sosyal olmak için sizce? Yani ben 8. sınıfta arkadaşım olsun diye uğraşmıştım ve top oynadığım 6-7 tane arkadaşım olmuştu sınıfta 5-6 erkek vardı onlarla da arkadaştım oynamazdık ama arkadaştık bence sen de öyle yap herkesle arkadaş olacağım diye uğraşma. 9 Öncelikle burada yazacaklarım şaka veya alay edilecek şeyler değil yazdıklarımda gayet ciddiyim ve çözüm yolu aradığım için yazıyorum, lütfen dalga geçmeyin. Ben tüm sülalesi doktor olan bir ailede büyüdüm; halam, babam, annem, amcam, teyzem herkes doktor. Bu sayede gayet iyi şartlarda büyüdüm bir gün bile para sıkıntısı yokluk vs. görmedim. Bunların sonucu olarak küçüklüğümden beri sitede yaşadım hiçbir zaman mahalle kültürünü görmedim. Sitede yaşamamın sonucu olarak arkadaşlarımla yapabileceğim birçok şey vardı. Ancak tam 4 kere taşındığım için pek de çevrem yoktu. İlkokulda aslında gayet sosyal ve hiperaktif birisiydim. Bir ton arkadaşım vardı hatta ben alfaydım desem yalan olmaz, insanları ben organize ediyordum ve benimle arkadaş olup oynamak için uğraşanlar vardı. İlkokul boyunca bu devam etti ancak ortalarında arkadaşım CSGO diye bildiğimiz oyundan bahsetti ve ben ilk defa o gün bir bilgisayar oyunu oynadım. Bilgisayar oyunu oynamamın sonucunda oyunu çok sevdim ve bağımlısı oldum. Artık sitede dışarı çıkmıyordum ve kilo almaya başlamıştım. Normalde çok zayıf hatta kemikleri gözüken ben adeta asosyal, kilolu birisi olmuştum. Aylarca böyle oyun oynadıktan sonra taşınmıştık. Taşındığımız sitede bir kere bile dışarı çıkmamıştım ve arkadaş edinmemiştim, çünkü küçüklüğümden beri utangaç birisiydim ve arkadaş utanıyordum. Lise başladığında yine taşındık ve çevrem artık sıfırdı tanıdığım bir kişi bile yoktu. Arkadaş ortamım olmayınca kendimi tarih ve felsefeye vermiştim, bugün Türkiye'nin en iyi üniversitelerine giden insanların bile okumadığı kadar tarih ve felsefe kitabını ben okumuştum. Genel kültür ve olgunluk seviyem yaşıtlarımdan çok çok daha fazlaydı. koronaya denk gelmişti bu sebepten ötürü okulda yalnızlık çekme tarzı bir derdim yoktu. Lise 2 başladı, ben gayet iyi bir proje okulunda okuyordum. İlk günlerde çok fazla arkadaşım oldu ve sınıftaki tüm erkeklerle sami miydim. Ama zaman geçtikçe bu tersine döndü. Ortaokulda da aynısı olmuştu, sınıfta herkesle iyi arkadaşken sonradan herkes nedendir bilmem benden soğudu ve beni zorlama arkadaş olarak görmeye başladılar. Şu an ve asosyalim. Dışarı çıkmıyorum, sınıftan zorlama samimi olmadığım arkadaşlar var onlarla bir şey yapmıyorum, kiloluyum, boyum yaşıtlarımdan 7-8cm kısa, sportif değilim. Arkadaşları benden soğutan temel şeylerin tamamı dış görünüşümle alakalı ve sportif olmamamdan kaynaklı. Ben irade sahibi birisiyim normal şartlarda kararlıysam istediğim her şeyi yapabilirim ama söz konusu şeyler sportif şeyler olunca hiçbir şey yapamıyorum. Kızlarla konuşamıyorum, sınıftakilerde buna dahil. bir şekilde geçer ancak sınıflar değişeceği için o zamana düzgün şekilde gitmek istiyorum. için ne yapabilirim daha sosyal olmak için sizce? bende böyleyim. Tavsiyem okul değiştir direkt. Keşke bende 9 10 olduğum zamanlar değiştirseydim. Son düzenleme 30 Ocak 2022 10 Şöyle anlatayım mesela uzun boylu olmak benim lanetim ben memnun değilim boyumdan. kemiklerim sayılmıyor biraz spor yapıyorum vücudum normal aslında ama ne kadar yersem yiyeyim kilo alamadığım için sıska ve ezik gözüküyorum. Senden ayrılmıştım, gecekonduya yerleşmiştim, çalışmıyordum, param gittikçe azalıyordu, kötü rüyalar görüyordum. Sonu belirsiz bir takım işlere girmiştim, belki de ölüme yaklaşmıştım, evet onların ölümleri bana da bulaşmıştı, yakınımdan geçmişti. Bana inanılmaz gelen bu ölümlerden sonra başka ne yapabilirdim? Annem, benim ölümden korktuğumu bilirdi; bunu bildiği halde gene de ölmüştü. Tabii ben, bu ölümlerin hesabını sormadım onlardan. Benim onlara karşı çıkacağımı, çünkü bunu beceremeyeceğimi düşünüyorlardı. Beni yalnız bıraktıkları için fazla üzgün görünmüyorlardı; öldükleri için yaşayanlara acımıyorlardı. Belki ben sizin kadar yaşamam, dedim onlara. Benim ne olacağımı bilebilir misiniz? Ben de size acımıyorum işte, dedim. Tehlikeli Oyunlar’dan bir bölüm Yok canım. Ben, bana benzeyen birini bulabilseydim, geleceğe güvenle bakabilirdim. Vitrinlerin önünde bana ters bakanları görmezdim. Elbette öyle bakacaklar; vitrindaş olmaktan başka ortak bir yanımız yok ki. Ben vitrinleri, değiştirilirken seyretmeyi severim aslında. Kocaman beyaz bez pabuçlar giyen tezgahtarlar, suçüstü yakalanmış gibi olurlar. İşte asıl onlar ters ters bakarlar adama. Hayvan herif! derler bakışlarıyla; bakacak başka zaman bulamadın mı? Bütün gün orada durdun, sonunda bu münasebetsiz saati seçtin. Sonra da seni görmüyormuş gibi yapar En sakin görünüşüyle yanındakinden toplu iğne ister. Böyle çatışmaları severim. Seninle tanışmamışsa, aranızda vitrin gibi bir engel, aşılmaz bir duvar varsa, tek taraflı bir eğlencedir bu. Senin inatla orada duruşun, yoldan geçen yabancıları da etkiler. İşte sayın baylar! Dünyanın en garip vitrin canavarını görüyorsunuz. Çıngır çıngır! Ha-ha. Dağılın! Maymun mu oynatıyoruz burada? Vitrindeki bir şey söyleyemez. Biz de mankenin soyunmasını bekleriz. Manken karışık bir durumdadır. Onu hiç böyle görmemiştim. Demek eğilip bükülebiliyormuş. Siz de satılık mısınız bayım? Görülmemiş bir canavar Bezden yüzgeçleri var. İnsan olsa, öyle şey takar mı ayaklarına? Canavar, canavar. İnsanlarla aklımda kavga etmeyi, böyle anlarda severim. İşte vitrinin de en mahrem yerini gördük. Yazık ki tezgahtar pantolon giyiyordu. Yarın aynı yerden, küçümseyici bakışlarla geçebiliriz artık. Kalabalık artar. Ben de bir gün canlı manken görmüştüm vitrinde. Sonra aynı adamı sokakta sigara içerken seyrettim. Aynı adam mıydı? Emin misiniz? Hayır değildi; basit insanları kandırmak için aynı adammış gibi gösteriyorlardı onu. Unut bütün bunları. Bir vitrinle bu kadar uğraşırsan… Yol uzundu. Bir sigara aldı. Yeni heyecanlar bekliyor beni. Kendini dağıtma onun için. Bir taksiyi durdurdu pazarlık etti. Öğle yemeği vaktini geçirdik ve böylece bir taksi parası kazandık. Arabanın arkasına kuruldu, köşeye oturdu, pencereden baktı Meseleler hızla önünden geçti. Kapıyı Sevgi açtı. Ben hazırım. “İşte geldim.” Gülümsedi mi? Dikkat etsene. Çok şaşırsaydı fark ederdim. Sen kendi planını uygula, dış etkileri hesaba katma. Oturma odası kalabalıktı. Eşyayı ve insanları tanıyorum Benim koltuğum, Nursel Hanım, kitaplık, halı. Ergun da var. Oysa geç vakitlere kadar bu kanepede oturup Ergun için neler söylemiştik. Sevgi de bana karşı çıkıyor. Çaresizlikten. Tanımadığım insanlar da var, yeni bir sehpa ve bir masa örtüsü de alınmış. Ergun ne kadar da kibar “Nasılsın Hikmet?” bir küfür ederim,senin bile yüzün kızarır. “İyiyim.” Beni şaşırtmayın; mesele sizinle ilgili değil. Bu kısmına hazırlıklı değildim meselenin. Sustu. Buraya susmaya mı geldin? Fakat günlük hayatlarını yaşıyorlar, ben burada değilmişim gibi davranıyorlar. Evet, hazırlandılar; beni yenilgiye uğratmak için manevralar hazırladılar. Bir kere oyun bozanlık ettin sen; piyesin yarısında hiç bir şey olmamış gibi içeri giremezsin. Girerim. Ben görünmeyen adamım Sözler beni delip orum oysa. Ben de insanım. Hayır canavarsın. Seni hiç konuşmadık mı sanıyorsun? Terbiyemizden susuyoruz. Beni tanımayanlar Kim bu adam? Tanıyanlar Eski kocası. Anlamıştık. O halde neden sordunuz? Böyle sorular hayatın tadı tuzudur da ondan. Kim dedi bunu? TanıyanlarBiz dedik. Sıkıntılı bir sessizlik. “Kahve içer misin Hikmet?” Karnım aç ama “İçerim.” Sen odadan çık da beni iyice bir süzsünler. Ulan biz bunlara hazırdık be! Ben öldüm, sizden mi korkacağım? Burada bir ölüyü temsil etmeseydim size gösterirdim. Nursel Hanım sordu “Nerede oturuyorsunuz?” Gecekonduda. “Uzak bir yerde, üç katlı ahşap bir evde.” Albayım burada olsaydı gözleri yaşarırdı. Beyefendiler!Hanımefendiler! Buraya ben aslında bir iade-i ziyaret yapmak üzere gelmiş bulunuyorum. Yıllar önce gene yağmurlu bir günde Sevgi beni ziyarete gelmişti. Onun üstünde bir gocuk vardı Yeşil bir gocuk. Sonradan öğrendiğime göre bu gocuğu Nursel Hanımdan almıştı. Ben de kahvede oturdum önce ve ıslanmamak için bir taksiye bindim gelirken. Aynı ırmağa bir kere daha girmeğe geldim. Yorgun ve hazırlıklıyım. İnsan aşağılık bir hayvan olduğu için kendimi korumak için geldim. Dokunaklı bir konuşma. Sevgi, beni gördüğünü ve benimle konuştuğunu sizlere söylemiştir. Yoksa biraz şaşırırdınız. Fakat Hikmet konusu da artık ilginç olmaktan çıkmıştı. Sevgi’yi de çok sık görmüyordunuz artık. Heyecan yatışmıştı. Zaman her şeyi halletmişti. Sevgi’yi yolda gördüğüm için mesele belki biraz alevlenmiştir, o kadar. Sevgi, kahve tepsisiyle girdi; kahveyi önce ona fincanı tuttu. Buraya geldiğime göre, bunun bir anlamı var Elbette kahve,önce bana verilecek. Fincan elinden kaydı. Çok yavaş tutmuşum demek. Fincanın düşüşünü ve kırılışını seyretti. O sırada düşünmeseydin; iki işi aynı zamanda yapamadığını bilmem sana nasıl anlatmalı? Zarar yok, denildi. Var. aklıma çok zararı var. Eskiden telaşa kapılırdım. Şimdi yerin temizlenişini de fincanın düşüşünde olduğu gibi, aynı kayıtsız gözlerle seyrettiğime göre demek öldüm; duygularım öldü, duygularımla ilişkili aklım öldü. Demek zarar var Aklıma zarar var. Çünkü sevgi, sen de çok iyi bilirsin ki, en büyük hazinemiz aklımızdır. Şu şarkıyı koro halinde tek sesle söylemeliyiz. Böyle programlar düzenlemeliyiz. Tanıdığım bir fincandı bu onu, tanımıyormuş gibi seyrettim. Hiç bir tepki göstermedim. “Affedersin,” dedi Sevgi’ye Kırmak istemedim. Ne yaptığımı bilmiyorum. Ne yaptığımı bilsem, buraya gelir miydim? O başka, dedi Sevgi, gözleriyle. O halde heyecandan oldu. Her şeyin farkında olmak, aklımı korumak isterken, hepsini birden kırdım. Yerde hafif bir ıslaklık kaldı, yer bezinin ıslaklığı. Birazdan kurur. “Yalnız mı oturuyorsun?” diye sordu Nursel Hanım. Bilge’yle birlikte gördüler beni. Sen evlenmişsin, demişti biri de galiba bana. Yoksa çok eskiden mi söylenmişti bu söz. Yalnız mı oturuyorsun? diye sordular sana. Üst katta albayım var. “Evet,” dedi. Alt katta Nurhayat Hanım var. “Çalışıyor musun?” dedi Ergun. Bu soru değil. Çalışmadığımı biliyorsunuz. Fakat hiç bir şey olmamış gibi kabul edemezler ya beni; biraz hesap vermeli. Ben sana gösteririm. Bir karşı saldırıya geçelim “Aynı evde mi oturuyorsun Ergun?” Ergun aldırmadı “Selim Bey öldükten sonra biraz oturduk. Selim Beyin öldüğünü biliyorsun, değil mi?” “Duymuştum,” dedi zayıf bir sesle. “Cenazesinde bulunmak isterdim.” “Bir yapıp satıcıyla anlaştık ev için,” dedi Ergun. “Bize iki kat verecek.” Peki Sevgi’ye ne bıraktı Selim Amca? Miskin ölü, ne olacak? O halde ne hakla bulunuyorsun bu zavallı kızın evinde Ergun? “Sevgi, Selim Amcayı çok severdi,” dedi hırsla. Neden çekip gitmiyorsunuz? Bizi yalnız bırakın artık. “Sevgi, ye gelemedi.” İyi yapmış. Demek, Sevgi’nin anlattığı ev yok artık. Bir daha o sokaktan geçemem. “Büyük bir evde oturmak çok masraflıdır,” dedi Sevgi. Duygularını belli etmez, iyi kızdır. Sevgi’ye baktı, ne giymiş diye. Belki bir gün sorarlar bana Bu tarihi günde Sevgi’nin üzerinde ne vardı? Yağmurlu bir gündü; bir şala sarınmıştı. Bilirsiniz Sevgi çok üşür. “Birden kayboldun,” dedi Nursel Hanım. Bu da ne demek? “Bana hiç uğramadın.” Doğru. Dizlerinize kapanarak, ben Sevgi’yi bıraktım Nursel Hanım, demeliydim; çok ıstırap çekiyorum. Kendimi ele vermeliydim. Nursel Hanım, bütün bunların sebebini biliyorsunuz. Nursel Hanım, ben aslında sizi seviyorum. Saçmalama. Bu yasak aşkı kalbime gömmek için buradan uzaklaşıyorum Gemilere tayfa giriyorum Hiç de yapamam. Şimdi oturun da beni maskara edin bakalım. Albayım, size ihanet ediyorum. Çünkü Nursel Hanımı seviyorum. Bacakları da fena sayılmaz. Kendine gel. “Bu kadar zaman ne yaptın?” dedi Nursel Hanım. Seni düşündüm; başka işim kalmamıştı da. “Yazmak istiyordum,” dedi; “Kafamda bazı oyunlar vardı.” “Biz bu hafta Gogol’un bir piyesini seyrettik,” diye gülümsedi Nursel Hanım. “Çok güzel oynuyorlardı.” Oyunun güzel oynandığı, gülümsemenizden belli oluyor Nursel Hanımcığım; hemen kulise koşup sanatçıları tebrik etmiş bir insanın mutlu görünümü içindesiniz. Daha kendinize gelememişsinizdir. Hepinizi kovacağım bu evden! Ben geldim çünkü. Benim gelişimin ne demek olduğunu bilirsiniz. Nursel Hanım, oyuncuların adlarını saydı. “Onlar Gogol’u oynayamazlar,” dedi Hikmet. “Görmeden nereden biliyorsun canım? Sen de kimseyi beğenmezsin.” Beğenmezdim. “Gogol,” dedi, vazgeçti. Kimse de, Hikmet’in kafasındaki Gogol’u merak etmedi. Gogol yaşamıyor ki artık canım. Oyuncular yaşıyor, kulisler yaşıyor, gazetelerdeki eleştiriler yaşıyor. Gogol’dan bize ne? Sözün gelişi Gogol dedik. Sevgi de bu oyunu beğendiyse ben gidiyorum. Bir adam, eski bir koca, bi e çıkıp geliyor, daha yarım saat olmadan ona Gogol’den söz ediyorsunuz. Hepiniz aklınızı kaçırmışsınız. Siz ne duygusuz insanlarsınız. Neredeyse beni de çarklarınızın arasında ezecektiniz. Birden karşısındaki öteki yabancıları gördü. Hepsiyle tanıştırılmıştım ama, adlarını unuttum işte. Bu kadını tanıyorum. Terlediğini hissetti. Kadın, Süleyman Turgut Beyin son karısıydı. Onu tanıştırmamışlardı elbette Bu kadını tanıdığımı sanıyorlardı. Odadakilerin yüzlerini inceledi. Hayır, kimse, Süleyman Beyin iki aylık karısını daha yeni tanıdığımı fark etmemiş. “Emekli bir albay var,” dedi. Sevgi, Hikmet’e doğru eğildi “Efendim?” Hikmet, kolunu eski koltuğunun yanına dayadı”Oyunları yazarken bana yardımcı oluyor. Üst katta oturan emekli bir albay var da. Hüsamettin Bey. Tiyatroya ve tarihe meraklı. Beni çok destekliyor.” Sevgi başını salladı, “Hep yazmak isterdin,” dedi. Öyle mi? Hiç hatırlamıyorum. Albayıma ne diyeceğim şimdi? Eski karımla barıştım albayım. Ne kötü söz. Söylemek, yapmaktan daha zor. “Beni çok teşvik etti oyunlar için,” dedi. “Dünyaya gücümüzü göstermek için çok çalışmamız gerektiğine inandırdı beni. Beni sabırlı bir dikkatle izledi. Sürekli ve düzgün bi de çalıştırdı. Önce, oyunların hangi esaslara dayandığını incelemek gerekiyordu. Genel kuralları öğrenmeliydim. Bunun için de ilk olarak, nelerin oyun olmadığını, gerçekten ve oyuna benzemeyen başka şeylerden oyunu nasıl ayırmak gerektiğini incelemeğe başladık. Albayın derin tarih bilgisi,bize bu konuda çok yararlı oldu. Çünkü tarihte birçok oyun oynanmıştı, birçok oyun tekrarlanmıştı. “Albay Hüsamettin Tambay da tiyatroya küçük yaştan heves ederek babası Mirliva Hasan Paşanın Müsellah Hasan Bey, ölümü 1343 – 1947 vazifeden bulunduğu Sazandağ Askeri Sultanisinde mesleki öğreniminin ilk hazırlık dönemini idrak ederken mektebinin yaz tatili münasebetiyle babası ile birlikte bir akrabasını ziyaret için gittikleri İstanbul şehrinde o zamanki adıyla Darülbedayi aslı dar-ül-bedayi bugünkü adıyla Şehir Tiyatrosu’nda seyrettiği bir temsil vesilesiyle yukarıda bahsi edilen tiyatro tutkunluğu nüksetmiş ve sonradan bu şehre temelli yerleştikleri zaman Mektebi Harbiye’ye devamı sırasında bu temsil heyetine gizlice katılarak figüranlık yaptığı günlerde sanata büyük bir aşkla bağlandığı gibi bu meyanda tesirinden kurtulamadığı Otello Arabın İntikamı ve Hamlet Hain Baba piyeslerine özenerek bazı manzum dramlar kalme almakla birlikte bu hevesi sani, ondaki oyunculuk hevesi evveline mani olmamış ve bir fırsatını bularak Darülbedayi rejisörü Hakkı Bey rahmetli H y ile tanışmaya muvaffak olmuş ve yaz mevsimi temsilleri için namzet sıfatıyla imtihana katılan birçok heveskar arasında temayüz ederek Darülbedayi baş rejisörü Kemal’ imzasıyla verilen ve I teşrinievvel tarihine kadar muteber’ olduğu kaydını taşıyan heveskar sınıfı alisine muvakkaten şehir emaneti sanayii aliye ve terakkiyi nefise encümeni daimisinin muvafakatiyle’ verilen bir karar mucibince sahneye dahil olduğunu öğrenince o gece sabahlara kadar uyumamış ve sokaklarda dolaşmış ve baba mesleği askerliği dahi kısa bir müddet için unutmaktan kendini alamayarak babasının sert tenkitlerine muhatap olmuştu. Büyük şehirde kalmış oldukları ilk yaz zarfında, birçok oyunda birbirine karşıt karakterleri olan figüran rollerini de büyük bir başarıyla canlandıran Hüsamettin Bey, Polonius’un öldürülmesi olayına karışan Hamlet’i tutuklamak üzere gelen Rosencratz ve Guildenstern’in emir ve kumandasındaki askerlerden biri olarak görevini gereği gibi yaptıktan başka,sert bakışlarıyla dabir ç ok seyircinin dikkatini çekti. Piyesin müellifi izin verseydi, Hamlet’i tutuklamak için hemen üzerine atılacağından kimsenin şüphesi yoktu. Aynı oyunda -kadro darlığı yüzünden- aynı zamanda bir adam, bir oyunc, bir yüzbaşı, bir haberci ve bir gemici gibi isimsiz rolleri de büyük bir hevesle oynamaktan çekinmedi. Bunun dışında, başka bir figüranın hastalanması üzerine, Cornelius rolünü de geç vakitlere kadar çalışarak ezberlediği halde, tek konuşmasını kendisiyle birlikte konuşan Voltimand’ın erken davranması yüzünden söyleme fırsatını bulamadı. Perde kapandığı zaman onu arayanlar, bir köşede tek başına ağlarken gördüler. Bütün ısrarlara rağmen, o gece tekrar sahneye çıkmadı ve ikinci perdede kıral, Hoş geldiniz dostlarım,’ yerine, sadece Voltimand’a Hoş geldiniz dostum,’ demek zorunda kaldı.” “İnsanlar istedikleri işlerle uğraşamıyorlar, ne yazık,” dedi birisi. “Bu albayınız da belki tiyatroda kendine önemli bir yer yapardı.” Hikmet itiraz etti “Albayım bu emelini gerçekleştirmek için, bütün görev süresince çalışmaktan ve bir gün arzusuna kavuşacağını bildiği için ümit etmekten geri kalmamıştır. İnsan, içinde böyle yüksek bir gaye taşırsa, yaptığı her iş ona bu alanda yararlı olur. Ayrıca albay, emekliliğine her gün bir adım daha yaklaştığını ve yaşamakla amacına ulaşacağını hissetmiştir. Bir gün emekli olacağını ve bütün gücünü tiyatro üzerinde toplayacağını bildiği için inancını hiç bir zaman kaybetmemişti. Yıllar boyunca piyesleri izlemiş, bütün tenkit yazılarını okumuştur. Bu arada zaman bulabilmiş olsaydı, Cornelius hakkında başlı başına bir oyun da yazacaktı İçindeki bu eski yarayı tedavi etmek istiyordu. Askerlikten emekliye ayrıldıktan sonra, gene bu büyük tiyatro ülküsünü gerçekleştirebilmek için karısından ayrıldı; kendini oyunlara verdi.” Hikmet çevresine baktıTanımadığı misafirler gitmişti. Galiba yerimden kalkmıştım bir aralık, birilerinin ellerini sıkmıştım diye düşündü. Sevgi de odada yoktu. Hayır, gitmemişler; tepsiler tabaklar ve yiyecekler arasında göründüler. Başı dönüyordu, insanlar üzerinde dikkatini toplayamıyordu. Herkes yerini aldı. Onu dinlemek üzere hazırlandılar. Benimle boy ölçüşmeyi düşünemezler. Öğrenmek hevesiyle tutuşan öğrencilere benzer bunlar. İnsan konuşurken kendini daha kuvvetli hisseder böyle öğrencilerin yanında. Hiç bir söz boşa gitmez. Yıllar sonra, birdenbire Hatırlıyor musunuz?’ derler. Çaylarımızı içerken bize oyunlardan ve albaydan ne güzel bahsetmiştiniz, ne kadar heyecanlıydınız, sizin büyük bir oyun yazarı olacağınızı daha o gün anlamıştık.’ Fincanlarını aynı kibar ilgiyle tutarlar; size, beklemediğiniz bir anda, sözlerinizi çoktan unutmuş olduğunuz bir sırada mutluluk verirler. Birden gecekondunun rahatlığını içinde duydu, Kirkor’un meyhanesindeki yumuşaklığı yaşadı. Bura ir gecekondu. İşte dul kadın, işte sevdiğim kadın. Albay nerede? Albayı içimde taşıyorum. Siz, gerçekten benim dışımda yoksunuz albayım, kızmayın bana. “Albayım olmadan ben hiç bir şey yapamam,” dedi. “Albayım yıllarca düşünmüş, albayım yıllarca okumuş. Ben onu dünyaya tanıtmak için bir aracıyım. Benim yaşımda bir insan, tek başına böyle bir görevin üstesinden gelemezdi elbette. Yüzyılların ağırlığını omuzlarında taşıyamazdı. Ben onun yarışçısıydım, daha doğrusu yarış atıydım. Kendi bacaklarında eski güç olsaydı, bana ne ihtiyacı vardı? Oğlum Hikmet,’ dedi Sen istekli bir oyuncusun, sana bütün bildiklerimi öğreteceğim.’ Önce tekniği iyi bilmek oyun yazarları bize örnek oldu. Onları tanıdık. Albayım da bilgilerini benimle birlikte yeniden değerlendirdi. Oyunlar,’ dedi, Oğlum Hikmet, gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır.’ Neden gerçeklerden kaçtığımı ben de böylece anlamıştım. Artık kendimi geliştirmeliydim soluğumu oyunlara göre ayarlamalıydım. Bu amaçla her şeyi kullanmalıydım. Bunun için de, önce her şeyi kullanmasını öğrenmeli. En küçük bir ayrıntı bile önemliydi. “Birer oyun yazarı olarak yaşamağa başladık. Albayım hayatla ilgili her şeyi biriktirmişti İnanılmaz bir koleksiyoncuydu. Bütün hayatını, sonunda oynayacağı büyük oyun için biriktirmişti. Albayım, bir hayat koleksiyoncusuydu. Hayatının hiç bir bölümünü çöp sepetine atmamıştı; bir gün lazım olur diye bir köşede saklamıştı. Kendisine yazılan bütün mektupları biriktirmişti. Kendi yazdığı mektupları da bir süre sonra geri almıştı. Tanıdıklarına gider ve Mektuplarım zaman aşımına uğradı, onların üzerindeki hakkınızı kaybettiniz,’ derdi. Evet, hayatını büyük bir kıskançlıkla, büyük bir cimrilikle biriktirmişti. Kimse ondan bir şey alamamıştı. Büyük ve yüksek amaçlar uğruna her dakikasını, her saniyesini bir kenara koymuştu. Başkalarını bile, onunla ilgili şeyleri biriktirmeğe zorlamıştı. Kendisine gönderilen pusulalar, onu evde bulamayan tanıdıklarının kapı altından attıkları-kartvizitler, makbuzlar, küçük notlar, cep defterleri gibi önemsiz şeyler bile bir kütüphane dolduracak kadar . İnsanın bir yerde muhakkak kendini ele vereceğini bildiği için, en beklenmedik zamanlarda zayıflık göstereceğini tecrübesiyle tespit etmiş olduğu için, hiç bir belgeyi küçümsemezdi. Albayım, yorulmaz bir koleksiyoncuydu. Yolda yürürken başı daima önüne eğik gezerdi. Birinin yırtıp attığı bir mektup, balkondan düşen bir ev ödevi, arkadaşlarının can sıkıntısıyla üzerlerine anlamsız şeyler yazdıkları kağıt parçaları, şaşmaz bir kesinlikle yerini bulurdu. Durmadan cümle biriktirirdi albayım; insana ait her şeyi bir köşeye koyardı. Oyun alanını genişletmenin gereğine içten inanmıştı. Beni de, hafızam kuvvetli olduğu için, bu işte kullanmağa başlamıştı. Gerçeği, iyi oynanan bir oyun haline getirebilmek için hiç bir fedakarlıktan çekinmemek gerekiyordu. İnsanların arasına karıştığımız zaman da, sabırlı bir yönetmen gibi onlara oyunların kurallarını öğretmeliydik. İnsanlar, çok kötü oyunlar oynuyorlardı genellikle. Her şeyi ancak bir kere, o da prova yapmadan, oynamak fırsatını buluyorlardı ; üstelik, iyi bir oyuncuda bulunması gereken özelliklerden de haberleri yoktu. Böyle uzun bir oyunu, bu kadar sorumsuzca oynamayı, albayımın aklı almıyordu. İnsanların mimikleri ve jestleri son derece acemiceydi; diksiyonları inanılmaz bir şekilde bozuktu. Birçok kelimeyi yanlış söylüyorlardı. Başarısızlıkları bu yüzdendi. Birçok insan da kendisine uygun olmayan rolü benimsiyordu. İyi bir yönetmenin varlığına büyük ihtiyaç vardı. Anladım albayım,’diye bağırdım bir gün. Demek bunun için insanların arasında bulunmaya katlanamıyorum. Bu yüzden, onlar kötü oyunlarına başlayınca, kaçacak delik arıyorum.’ Sende doğuştan tiyatro sezgisi var,’ dedi albayım. O halde ne yapalım albayım?’ diye ümitsizce sordum. Oyunları düzeltelim,’ dedi kısaca. “Yaşadığı hayat, onu hemen pratik sonuçlara götürürdü. Ben korkuyordum. Bu korku, birçok oyuna başlamamı engellemişti. Yalnız bu sefer dikkat edelim albayım’ diye yalvardım. Bu sefer bir oyuna gelmeyelim. Son fırsatı da elimizden kaçırmayalım. Bütün ihtimalleri hesaplayalım. Bütün teknikleri öğrenelim. Göründüğümüz kadar olmayalım. Hiç olmazsa, göründüğümüzden az olmayalım. Hemen tükenmeyelim. Bütün milletlere rezil olmayalım. Bizden iyi bir oyun çıksın. Mış gibi yapmaktan usandım albayım.’ Albayım, benim gibi telaşa kapılmadı. Her şeyi yeni baştan nasıl ele alacağımızı anlattı. Bütün bildiklerini unut,’ dedi bana. Zaten fazla bir şey bilmiyorum albayım,’ diye itirafta bulundum. Her şeyden önce nefesimizi iyi ayarlamalıyız oğlum Hikmet,’ dedi bana. Evet albayım!’ diye heyecanla bağırdım. Hemen içkiyi, sigarayı ve boş düşünmeyi bırakıyorum. Bedava düşünmek yok artık!’ Heyecanlanma,’ dedi albayım. Heyecanlarını boş yere harcama.’ Kendimi tutmak istiyordum. İnanın çok ist . Gene de dayanamadım, bağırdım Anlıyorum albayım! Her yeteneğimizi hesaplı kullanmalıyız. Batılılar, kendilerini tutmasını bildikleri için büyük başarılara ulaştılar, değil mi? Ölsen bir yudum su vermezler. Tabii şimdi anlıyorum Bakalım bu suyun sana verilmesi doğru mu? Bakalım sen kimsin? Ya Goethe’nin de aynı suya ihtiyacı varsa? İlerleme başka türlü olmaz albayım. Onlar da önce çok hesapsız davranmışlar; bir sürü esaslı insan bu yüzden yok olup gitmiş. Ben de eskiden, şu zenginler -ama çok zenginler- servetlerinin küçük bir parçasını da neden bana vermezler? Neden böyle sürünüp dururum? diye içimden onlara itiraz ederdim. Elbette albayım Önce, suyu hak ettiğimi göstermeliyim. Kağıtları biriktirdiğimiz gibi, heyecanlarımızı da biriktirmeliyiz bundan sonra albayım.’ “Büyük bir durgunluk gelmişti bana. Artık bağırmak istemiyordum. İyi bir yetiştirici olan albayıma kendimi teslim etmenin zamanı gelmişti.” “Müzikte de böyledir,” diye atıldı Nursel Hanım. “İyi bir yetiştirici olmadan sonuç alınmaz.” “Ergun “Ben de bir zamanlar spor yapmıştım,” dedi. “Atletizme çalışmıştım. Antrenör, her şey demektir.” “Değil mi?” diye bağırdı Hikmet. “İngilizlerin neden sustuğunu artık anlamıştım. Kendimden utanıyordum. Bütün hayatımca konuşmuştum. Bir cümlesi aklımda kalmamıştı. Birden dehşete düştüm. Sonra, yok canım, dedim kendi kendime. Birkaç cümle kalmıştır elbette. Bütün gücümle düşünmeğe çalıştım. Hayır aklıma bir cümle bile gelmiyordu. Bazı atasözleriyle, çok dinlediğim için bir kısmı ezberimde olan kötü şiirlerden başka bir şey hatırlayamadım. İngilizlerin sözlerini bile hatırlayamıyordum; demek onları da okurken kendimi boş düşüncelere kaptırmıştım. Boş düşünceler bile bir yerde kullanılabilirdi. İnsan onları olduğu gibi koruyabilseydi titiz bir koleksiyoncu gibi biriktirebilseydi, onlardan da bir şey çıkabilirdi. Hayır, boş düşüncelerimi de unutmuştum. Albayım sakindi,’Her şeyin birden unutulmasına çok ihtiyacımız var,’ diyordu. Ya hepsini unutmamışsam albayım? Yarım yamalak bildiklerim ya engel olursa bana?’ diyerek, bir endişemi daha açıkça belirttim. Her şeyden önce, soğukkanlısın,’ dedi. Soğukkanlı olmalıyım albayım!’ diye bağırdım. Heyecandan yerimde duramıyordum, hem de soğukkanlı olmak istiyordum. Kendini yakıp bitirme,’ dedi albayım. Ben de kendimi yakıp bitirmedim. Hayır, hiç bitirmedim. Soğukkanlı, soğukkanlı, soğukkanlı dedim. Kendime.’Bir de İngilizlere soğuk deriz,’ diye acı acı güldüm. Her şeyi ne kadar yanlış biliyorduk canım. Bizim bu durumumuz kısaca rezaletti. Ellerimle sandalyenin kenarına sıkı sıkı tutundum; çok soğukkanlı ve çok sağlam bir biçimde durdum orada. Kendimi o kadar sıkmışım ki, bir süre sonra adalelerim ağrımaya başladı. Elbette albayım,’ dedim. İdmanımız yok da ondan.’ “Bu yüzden bütün yarışmaları kaybederiz,” diye görüşünü belirtti Ergun. “Evet, bu yüzden kaybediyorduk; birçok yüzden kaybediyorduk. Bu nedenle bacaklarımın ve kollarımın ağrıması pahasına soğukkanlı olmalıydım. Kendime acımamalıydım. Evet, acımak albayım!’ diye bağırdım. Henüz bağırmalarımı kontrol edemiyordum. Henüz, her düşünceyi,aklıma gelir gelmez söylemek gibi bir yanlış davranıştan kurtulamamıştım. Kant, elli iki yaşına kadar sabretmişti. Ben sabredemediğim için, onun yazdığı bir kelimeyi bile anlamıyordum. Sandalyeye daha sıkı tutunarak Düşüncelerini olgunlaştırıncaya kadar beklemelisin Hikmet,’ dedim kendime. Ağrılara ve kendine acımaya boş vermelisin. Biraz düşündüm ve sabrettim; sonra, “Bizi bir de bu acımak mahvediyor albayım,’ dedim. Başkalarına acımakla başlayan bu tehlikeli duygu, her zaman kendimize acımakla son buluyor. Kendimize acımaktan, başka işlere zaman kalmıyor. Acımak, ancak soyut bir düşünce olabilir. Ya da Batılılar gibi davranır insan Acıdığı kimse için bir şeyler yapar. Buradan bir yere varır. Batılılar neden bize bu öğretmiyor? İşin esasını bana söyler misiniz albayım?” “Hiç bir şeyin aslını öğretmez onlar,” dedi Sevgi. “Sonra bizi pazar olarak kullanamazlar. Onların yanında yetişsek bile, işin esasını öğrenemeyiz. Temel bilgileri büyük bir titizlikle saklarlar. İşte durum meydanda Bizim kumaşlarımız neden bu kadar çabuk soluyor?” “Her şeyimiz soluyor,” diye heyecanla atıldı Hikmet. “Alçaklar! Hayır, soğukkanlılığımı kaybetmemeliyim. Onlara kızmak da, bir çeşit kendine acımaktır. Kendimize acıyacağımıza kendimizi tanıyalım albayım,’ dedim. Kendini tanı derler ya; bu sözün gerçek önemini kavrayalım.’ Doğru,’ dedi albayım. Fakat albayım, ben kendimolalı yıllar geçmiş; kendimi tanımadan geçen yılları unutmuşum. Onları nasıl öğrenmeli acaba?’ Birden ümitsizliğe düştüm. Üzülme oğlum Hikmet,’ dedi albayım. İşte iyi bir yetiştirici böyle olmalıydı, değil mi? İnsanın kendini bırakmasına engel olmalıydı. Bu yüzden de kaybediyorduk. Zaten hangi yüzden kaybetmiyorduk ki? Bunların hepsini saymak bile güçleşmişti. Fakat, artık ümitsizliğe kapılmaktan korkmuyordum. Albayım her şeyin çaresini buluyordu. Bununda çaresini buldu, Kendimizi başkalarına sorarız oğlum Hikmet,’ dedi. Albayım bu kadar söyledi; ben onun sözlerini hemen çoğalttım. Zaten her sözü çoğaltıyordum; kötü alışkanlıklarımdan henüz vazgeçmemiştim. kapı dolaşırız albayım,’ dedim. Bizi bize anlatın, bizi durmadan kötüleyin’, diye yalvarırız. Bize acımayın. Bize kendimizi tanıtın. Durun acele etmeyin Önce kendinizi tanıyın. Önce kendinizi,sonra bizi kötüleyin. Bize vurun. Kendimize gelmemiz, kendimizi tanımamız için bizi iyice hırpalayın. Artık kaybedecek durumda değiliz. Bu ülkenin artık kaybetmeğe tahammülü yok. Kendimizi tanıyalım da sonunda yok olalım, zarar yok.’ Albayım itiraz etti, Bir uçtan öteki uca geçme hemen,’ dedi. Kendini aşırı uçlar arasında kaybetme.’ Etmem albayım,’ diyerek hemen razı oldum. Kendimi, yetiştiricime teslim etmiştim. Orta yol, değil mi albayım?’ diye sevinerek sordum. Aslında, hemen her söze cevap yetiştirmemeliydim. Ne var ki, söylenenleri anladığımı o anda göstermek istiyordum. Bu davranışım da, yeni baştan kurmak istediğim öz varlığıma zararlı oluyordu. Hayır, bir bakıma da yararlıydı Kötü huylarımı, dolayısıyla kendimi tanıyordum. Kendimi, bir de başkalarına sorsaydım, kim bilir ne kadar esaslı olacaktım? Evet, çok akıllı ve kavrayışlı görünmemeliydim. Çünkü böyle değildim. Biraz aptal olmasını öğrenmeliydim. Bir de Batılıları aptal buluruz, değil mi albayım?’ diye gülerek sordum. Onların acelesizliğini, meselenin esasını öğrenmek isteyen sabırlı durgunluğunu, aptallıkla nitelendiririz. Oysa acele etmek yüzünden kendimizi bir kere daha ele veririz. Aptal olmalıyız albayım, aptal! Bütün kurtuluşumuz buna bağlı.’ “Kurtuluşumuzun bağlı olduğu niteliklerin sayısı bir çığ gibi büyüyordu. Neredeyse ilk nitelikleri unutacaktık. Bu nedenle, bilimsel de olmak için, hemen bunları küçüklü otuz yedi neden çıktı ortaya. Üstelik, işin daha başındaydık. Ben, sayının yüze yaklaşmasından korkuyordum. Fakat bu meselenin üzerinde durmak gereksizdi. Ön yargıyla yola çıkılamazdı. İşin gittikçe zorlaştığını albay da görüyordu. Ayrıca, yeni ilkelerimize göre, biraz da aptal görünmemiz gerekiyordu; aptallar gibi ortaya atılmak da tehlikeliydi. Bu bizim için kavranması güç bir durumdu. Albayım, Eskiler buna tecahülü arifane derler oğlum,’ dedi. Anlamadım albayım,’ dedim. Oysa anlamıştım; çok duyduğum bir sözdü. Fakat, hemen anlamış görünmek istemiyordum; bu huyumdan çok çekmiştim. Artık, ilk ortaya koyduğumuz ilkeleri uygulamağa başlamıştım. Kendimle biraz gurur duydum; çok değil. Çünkü bizim ilerlememizi engelleyen otuz yedi durumdan on yedincisi, gereksiz gurura kapılmaktı. Yirmi ikincisi on yedinci ilkenin aşırı uygulanması sonunda, kendini küçümsemek gibi başka bir yanlışlığa sürüklüyordu insanı. Böylece iki ilkeyi daha uygulamış oluyordum ki, insan biraz kendini tutarsa otuz yedi ilkeyi birden uygulamak işten değildi. Fakat albayım fazla heyecanlanmamı istemiyordu; başlangıç için bu kadarı yeterdi. Yirmi dokuzuncu ilke de bize, iyi başlangıçların tarihimizde çok görüldüğünü, önemli olanın iyi bitirişler olduğunu bildiriyordu. Baştan çok yorulmamalıydım. Fakat idmanlarımı da hemen bitirmek istemiyordum. Soluklu olmalıydım. Bunun üzerine albayım, Baştan itibaren tekrarlayalım ki, iyice yerleşsin bunlar,’ dedi. Çok haklıydı; her zaman o durum için gerekli olanı hemen bulup çıkarıyordu. Bana örnek olmak için, kendisi de bu çalışmalara katıldı; onun yaşında, benimle birlikte koşmak büyük bir fedakarlıktı. Susmalıyız,’ dedik Susmalıyız.’ Acele etmemeliyiz, acele etmemeliyiz.’ Ben, Heyecanlanmamalıyız,’ dedim. Sesim biraz yüksek çıktı gene. Albayım uyardı. Fısıldayarak , Aptallaşmamalıyız,’ dedim. Kendimizi tanımalıyız, kendimizi başkalarından sormalıyız.’ Oluyordu. Unutmalıyız albayım,’ dedim. Kötü günleri unutmalıyız.’ Gözlerim yaşarmıştı.” “Piyano çalarken de,” dedi Nursel Hanım, “Tekrar çok önemlidir. Başlangıçta da önemlidir, ilerledikten sonra da.” “Nasıl başlanır?” diye sordu Hikmet, heyecanla. Nursel Hanım gülümsedi “Önce tırnaklarını kemelisin.” dedi. “Uzun tırnakla olmaz.” “Duymuştum,” diye sevindi Hikmet. “Evet, belki piyano çalmasını da öğrenebilirim. Hemen bir makas bulalım.” Düşündü.”Acele ettim gene,” dedi. “Hayır, dağılmamalıyım. İnsan bir şeyi ciddiye almalı. Bir kadın arkadaşım vardı, bir gün benim gibi piyano meselesinden heyecanlanıp tırnaklarını kesmişti hemen. Fakat piyanoyu bıraktı sonra; çünkü kendini ciddiye almıyordu. Böyle bir şeye hakkı olduğuna inanamıyordu. Tırnaklarını kestiği halde kendini ciddiye almadı. Fakat belki de bu yüzden heyecanı, ciddi insanlarınkinden daha güzeldi. Neyse. Albayımla ben kendimizi ciddiye alıyorduk. Otuz yedinci ve en önemli ilkemiz buydu. Evet, biz kendimizi ve bunları düşünürken aklımızı ciddiye alıyoruz. Çünkü bütün ilkelerimizi aklımıza dayandırıyoruz. en büyük hazinemiz aklımızdır. Bunu unutmadıkça, mantığımızı da sağlam tuttukça, onun üzerinde her şeyi kurabiliriz. Piyano da çalabiliriz, atletizm de yapabiliriz.” Hikmet, çevresinin boşaldığını hissetti Ergun odada yoktu, başkaları da yoktu. Belki içeri gitmişlerdir gene, diye düşündü. Evi dolaşıyormuş gibi yaparak odalara göz attı Kimse yoktu. Demek ellerini sıktım. Odaya döndü Nursel Hanımla Sevgi’den başka kimse yoktu. Olabilir, dedi kendi kendine; biraz dalgın olunabilir, bunda bir zarar yoktur. İnsan sonunda hatırlıyor işte. Kadınların elbiselerine baktı. Bu elbiseleri de hatırlamalıyım. İnsanın düşünce ve hafıza gücü sonsuz değildir; onu korumalıyım. Kendimi iyi hissediyorum. Gülümsedi. Nursel Hanım da gülümsedi “Çok çalışmışa benziyorsunuz.” Evet çok çalıştık. Bu bakımdan kendimizi korumadık; buna tenezzül etmedik. Benim endişeye düştüğüm zamanlar oldu’Albayım,’ dedim, Kendimizi acaba boş yere harcamıyor muyuz? Ya başaramazsak?’ aslında bu korku yersizdi; otuz üçüncü ilkeye göre, kendini harcama korkusu ve olduğu gibi koruma endişesi de zararlıydı. Albayım beni yatıştırdı. Birilerinin başlaması lazımdı oğlum Hikmet,’ dedi. Aynen böyle söyledi. Çok yorgun olduğumuz bir sırada konuşuyorduk. Ben kahve pişirmiştim; sigara molası vermiştik. O gün oldukça yol almıştık. Herhalde yorgunluktan olacak, belirsiz kuruntulara düşmüştüm. Ayrıca bir odanın içinde, kendi başımıza ve yardımsız çabalamanın da korkusu vardı. Ülkede kimse bizi desteklemiyordu. Kimse, ne yaptığımızı bilmiyordu. Bizi tanıyacaklar mı albayım? Sesimizi duyurabilecek miyiz? Yoksa bir tecrübe tavşanı ya da bilinmeyen bir bilim adamı gibi, kendimizi kendi üzerimizde deneyerek yok olup gidecek miyiz eştiğimiz işin altından kalkılabilir miydi? Giriştiğimiz işin temelleri sağlam,’diyerek endişelerimi dağıttı albayım. Aklın temelleri üzerine oturuyoruz.’ Ben heyecanlandım. Akıl sözünü duyunca heyecanlanıyordum. Aklı çok seviyordum. İkimiz de heyecanla ayağa kalkarak En Büyük Hazinemiz Aklımızdır’ marşını hep bir ağızdan söylemeğe başladık. Bu marş, Akıl Cumhuriyetinin milli marşıydı. Bu marş, bizim derinliklerimizden kopup gelen bir sesti. Albayım zamanında askeri bandoda çalmış olduğu için müzikten anlıyordu. Marşı o bestelemişti. Hep bir ağızdan söylüyorduk En büyük hazinemiz aklımızdır Aklımıza güvenmek hakkımızdır Hayatta aklımızdır en güzel şey Akılsızlar bize kulak verin hey! Biz bu aklı bulmadık sokaklarda Görevimiz onu korumaklarda Kurtulduk, başka akıllar bize yük Aklımızdır hazinemiz en büyük. “Ben, aynı zamanda marşın güftesini de yazan albayıma itiraz ettim Müzikten anlamakla birlikte şiire aklı ermiyordu Korumaklarda denir miydi? Albayım kızdı, daha henüz eski akılların etkisinden kurtulamadığımı ileri sürdü. İkinci kıtanın üçüncü mısraını anlamamış mıydım? Bu albayımla ben başa çıkamazdım.” Hikmet gözlerini yeniden kaldırdı Nursel Hanım da gitmişti. Bunu da görmemiş olamam, diye homurdandı içinden Giderken haber vermedi bana. Zarar yok, ne yapalım? Daha iyi oldu Benden sıkılanlarla işim yok. Yalnız, Sevgi’nin hangi elbiseyi giydiğini unutma. Görmek istediklerini hatırla yeter. “İşte bunun için Sevgi,” diye söze başladı, “Bu yorgunluklar beni yordu. Bir süre bunları düşündüm sadece. Fakat her zaman seni düşündüm. Ve sonunda, seni sevdiğimi söylemeğe geldim sana.” Başını kaldıramıyordu. “Çünkü benim durumumu en iyi sen anlarsın. Yalnızlığı ve korkuyu en iyi sen bilirsin. Yorgunluklar vardılar, fakat ümitsizlik yoktular. Sen bir yerde bulunuyordun. Yumuşak bir yerdeydin. Sert köşelere çarpmaktan yorulan aklımın durgun ve sürekli bir aşk içinde ancak seninle birlikte dinleneceğini biliyordum. Bizi başkaları anlamaz Sevgi. Başkalarının aklı başkadır. Bu yüzden ikimizi hep garip bakışlarla süzmüşlerdir. Şimdi beni de garip bakışlarla süzenler var. Ben onlara aldırmıyorum. İnsanların beni beğenip beğenmemeleri umurumda değil artık. Ben kendimi tanımakla ilgiliyim. Albayımın tavsiyelerini tutmakla ilgiliyim. “Para meseleleriyle de ilgili değilim. Albayımla birlikte bir şeyler yaparız nasıl olsa. Çünkü bu arada yazıcılığımızı çok geliştirdik. Nerede ne söylenmesi gerektiğini çok iyi inceledik. İnsanlara bunu öğreterek hayatımızı kazanabiliriz. Onları yanlış sözlerin tehlikelerinden kurtarabiliriz. Hüsamettin Bey yanlış konuşmalar hazırlıyor. Bir daktilo kiraladık; ben de çoğaltıyorum bu konuşmaları. Törenler için güzel söylevler hazırladık. Nişan törenlerini izliyoruz gazetelerden. Onlara nikahta, düğünde gerekli olan konuşmaları, postayla gönderiyoruz. Kitap gibi ödemeli gönderiyoruz. Daha önce bir mektup yazıyoruz, durumu açıklıyoruz. Postaya parayı ödeyen rahata kavuşacak. Aşk mektupları, kısa ve uzun yolculuk mektupları da yazdık. Bunları kırtasiyecilere satmayı düşünüyoruz. Mektup yazmak için zarf-kağıt almaya gidenler, isterlerse bu hazır mektuplardan da yararlanacaklar. Her birinin üstünde çok çalıştığımız için, akla gelebilecek bütün ihtimaller üzerinde durduğumuzu sanıyorum et konuşmalarıyla tiyatro ve sinemadan dönerken yapılacak yorumların kalıpları üzerindeki çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kitapları okumadan öğrenmeleri ve üzerinde konuşabilmeleri için insanlara yararlı olmak amacıyla da çeşitli incelemelerde bulunuyoruz. Bu konuda meslekten eleştirmecilerin başvurdukları yollardan kaçınmaya çalışıyoruz. Çünkü görmüşümdür ki, insan bir şey üzerinde çalışır, onu hakkıyla başarırsa, sonunda muhakkak bir yararını görür. Bunu da albayımdan öğrendim. İnsan parayı kendine dert edinmemeliymiş; kimse aç kalmazmış. “Ben kendimi tanımak için, daha çok başkalarıyla görüşüyorum. Albayımın da yardımıyla eski dostların bir listesini yaptım; onlarla kendim hakkında konuşuyorum. Geçen gün annemin ve babamın mezarlarını ziyaret ettim. Taşın üstüne oturup onlarla bir süre konuştum. Onlara sitem edebilirdim. Neden albayım kadar olamadınız? Benimle uğraşmadan beni hayata gönderdiniz? diyebilirdim. Demedim. Neden bu kadar erken öldüklerini de yüzlerine vurmadım. Yalnız kendimle hesaplaşmak istiyordum. Onlar öldükten sonra neler yaptığımı anlattım Senden ayrılmıştım, gecekonduya yerleşmiştim, çalışmıyordum, param gittikçe azalıyordu, kötü rüyalar görüyordum. Sonu belirsiz bir takım işlere girmiştim, belki de ölüme yaklaşmıştım, evet onların ölümleri bana da bulaşmıştı, yakınımdan geçmişti. Bana inanılmaz gelen bu ölümlerden sonra başka ne yapabilirdim? Annem, benim ölümden korktuğumu bilirdi; bunu bildiği halde gene de ölmüştü. Tabii ben, bu ölümlerin hesabını sormadım onlardan. Benim onlara karşı çıkacağımı, çünkü bunu beceremeyeceğimi düşünüyorlardı. Beni yalnız bıraktıkları için fazla üzgün görünmüyorlardı; öldükleri için yaşayanlara acımıyorlardı. Belki ben sizin kadar yaşamam, dedim onlara. Benim ne olacağımı bilebilir misiniz? Ben de size acımıyorum işte, dedim. “Başka tanıdıklara da uğradım. Onların ayağına gittim. İnsanlar bundan hoşlanırlardı. Nazmi evlenmişti. Şehrin uzak bir yerinde, karanlık bir mahallede oturuyordu. Yakında elektrik verecekler buraya’ diye ümitliydi. Oturduğu daireyi satın almıştı. İki çocuğu olmuştu. Küçük çoçuğunu kucağına alarak, bana uzattı. Çocuk, Be- a,’ gibi anlamsız sesler çıkardı elini bana uzatarak. Bir zamanlar kimseyi beğenmeyen Nazmi, bu seslere hayrandı. Anlattığına göre Behçet’in oğlu daha iki sesi bir araya getiremiyordu. Bu çocuk muhakkak büyük adam olacaktı. Radyo çalarken de başını o tarafa doğru uzatıyordu. Demek müziğe de kabiliyeti vardı. Sonra, saman gibi sarı bir kadın mutfaktan çıktı; sıcak sudan kızarmış elini bana uzattı Oğlumu nasıl buldunuz?’ diye sordu. Ben çocukları sevmiyordum; onları çok aptal buluyordum. Allah’tan ben hiç çocuk olmamıştım. Bir yıl sonra Nazmi’nin oğlu üç heceyi bir arada çıkaracaktı; bu, ömür törpüleyici bir işti. İnsan da çocukla birlikte aptallaşıyordu zam ikçe. İşte Nazmi de başını çocuğun karnına dayıyor ve Ulu-dulu’ gibi sesler çıkarıyordu; çocuk gibi anlamsızlaşıyordu. Başını kaldırarak, Karım bize güzel yemekler yapar şimdi,’ dedi. Bir başka anlamsız yaratık olan karısı da çok kötü yemekler yaptı. Yağsız ve çorba gibi sulu olan bu tatsız tuzsuz şeyleri yemek boyunca övdü durdu Nazmi. Ev yemeğinin iyiliklerini sayıp döktü. Oysa, lokantalarda daha iyi yemek yapıyorlardı. Sonunda ben de onlar gibi aptallaştım, lüks lambasının ışığında yediğimiz yemeklerin iyi olduğundan, insanın kendi evinde oturmasının yararlarından söz de bana, Alay mı ediyorsun?’ demedi. Ben de ona, Nedir senin bu durumun?’ demedim. Birbirimize bir şey demedik. Ben ona, kendimi soracaktım; yemekler, be-ba’lar, sarışın kadınlar arasında ne diyeceğimi unuttum. Yemekten sonra, lamba ışığında kitaplarımızı okumağa çalışırken ona, eski günlerden, çatışmalarımızdan filan bahsettim; bütün suçun bende mi olduğunu sordum. Soruyu anlamadı Benim ona yaptıklarım ı hatırlamıyordu. En kötüsü bana yaptıklarını da unutmuştu. Ben anlattıkça, artık önden üç tanesi altın olan dişlerini göstererek gülüyor, Söylemişimdir herhalde,’ ya da Bak sen şu işe,’ diyordu. Bizi anlamadan dinleyen karısına da Bak neler söylemişim bir zamanlar, insanların kalplerinde ne fırtınalar yaratmışım,’ der gibi baktı. Bu sırada çocuk, yerden bitti birdenbire. Babasına bir kalem uzattı. Yemekten sonra bilmece çözerim de,’ dedi Nazmi, Akıllı oğlum, bana bunu hatırlatıyor.’ “Biz böyle olmamalıyız. Sevgi; böyle olmak istesek de böyle olmamalıyız. Biliyorsun, albayımla çalışmağa başladıktan sonra, kötü oyun yazmak ve oynamak yasak, dedik. Ülkemize ve insanlarımıza karşı bir görevimiz var. Nazmi gibi, çocuk akıllı olsun diye, mutfak raflarına üstün mamalar dizemeyiz. Ne tedbir alınırsa alınsın, çocuklar aptal olur. Sen de karnındaki böyle bir çıkıntıyı bol elbiselerin altında saklayamazsın. Biz albayımla her şeyi kararlaştırdık, nasıl yaşayacağımızı tespit ettik. Bundan sonra hata yapmayacağız. Çılgın bir kalabalığın ortasında nereye döneceğimizi bilmeden koşup durmayacağız. Kime ne söylediğimizi çok iyi bileceğiz. Kendimizi tanıyacağız. “Sonra ayrıldım Nazmi’den. Benimle otobüs durağına kadar yürüdü, elindeki fenerle bana yol gösterdi. Tam zamanında çıkmıştık evden Son otobüs ışıklarını yakmış, beni bekliyordu. Nazmi her şeyi ayarlamıştı; oğlu gibi o da akıllıydı. Ben otobüse binerken sarıldı bana, öpüştük. Bu adama bir zamanlar kızardım. Otobüs köşeyi dönünceye kadar bana el fenerini salladı. Belki biraz daha salladı sonra. Otobüse binerken, Yalnız oturuyorum, istersen bir gün uğra bana,” dedim Nazmi’ye. Biletçi’nin surat asmasına rağmen, adresi yazdırıncaya kadar otobüsü beklettim. “Bir gün de Dumrul’a gittim. Karışık bir sokakta, çok yüksek bir apartmanın çatı katında oturuyordu. Burası daha önce bir çamaşırhaneymiş. Kapıcı Dumrul’un en üst katta oturduğunu söyledikten sonra ben merdivenleri çıkarken ters ters bakmıştı bana. Kapıcılar, sevmedikleri kiracıların ziyaretçilerine böyle bakarlar. Dünyada çok sevgisizlik vardı. Dumrul beni karşısında görünce çok şaşırdı. Çoktandır kimse beni görünce böyle şaşırmamıştı. Çıplak bir masanın üzerine gazete kağıdı sermiş, sucukla şarap içiyordu. Önce konuşamadı, dili dolaştı. Birkaç şişe devirdiği anlaşılıyordu. Odada perde yoktu. Çok yüksekte oturduğu için onu kimse görmüyormuş. Ayakta sallanıyordu. İki sokak köpeği gibi bakıştık. Birbirimizi kokladık . Allah allah şuna bak’ dedi. Başka bir söz edemedi. Bana dokundu, her tarafımı yokladı. Beni eksenim etrafında çevirdi her doğrultudan baktı bana. Otur birader,’ dedi. Bir çay fincanı da banagetirdi, fincana şarap doldurdu. Ben çok içemiyorum artık, Dumrul,’ d Allah Allah olur mu?’ diye güldü. içince kötü rüyalar görüyorum Dumrul,’ dedim ona. Beni dinlemedi, Haydi bakalım içelim,’ dedi. Neden geldin? Nereden çıktın? diye görünce, kimsenin şaşırmadığı kadar şaşırdığı halde, böyle sorular sormadı. Odanın çıplaklığı için özür dilerdi, İnsana lazım olan bir yatak,’ dedi Bir de kitaplar.’ Ukalalık için böyle söylemedi. Bütün eşya bundan ibaretti. Bir de daktilo tabii,’ Fakat çabuk yazamıyorum daha.’ Ben karımdan ayrıldım, Dumurl,’ dedim. Yaa,’ dedi, Çok şaşırdım.’ dedi. Hiç tahmin etmiyordum.’ Oysa, biliyorsun Sevgi, seninle ilk kavga ettiğimiz sabah bizimle birlikteydi. Eeee ne var ne yok?’ dedi ve güldü. Çok içki içmiş olduğu için gülüyordu. Elindeki çay fincanını, çay fincanıma vurarak, Haydi bakalım,’ dedi. İçki bize de dokunmuyor mu sanıyorsun?’ Bana hemen nerede oturduğumu sordu, adresimi aldı. Birdenbire gelişime ve senden ayrılışıma, durmadan şaştı. Başkalarına da gittim Sevgi. Hemen hepsiyle bir takım küçük olay lar yaşamıştım, bana bir zamanlar dokunan küçük olaylar. Bunun dışında onlara kendimden pek bir şey vermemiştim; bu yüzden onlardan da pek bir şey alamadım. Çoğunu güldürmüştüm bir zamanlar; bu yüzden, beni gülerek karşıladılar. Oysa ben insanları ağlatmak istiyordum. Hiç olmazsa ben ağlayabilseydim. Babamla annemin sağ olduğu sırada bize çamaşıra gelen bir Fatma Hanım vardı, radyoda okunan mevluda ağlardı. Sonra annem de katılırdı bu ağlamaya. Ben onları paylardım. Sen anlamazsın,’ derlerdi. Gerçekten anlamıyordum. Nasıl ağlıyorlardı, hiç bir şey anlamadıkları halde? Şimdi ben de, söylediklerimi anlamasalar bile bana ağlamalarını istiyorum. Belki de sözlerimin tam anlaşılamamasını, gene de benim için ağlanmasını istiyorum. İnsanları ağlatmanın bu kadar güç olduğunu bilmezdim. Aslında, kendimi de ağlatamıyordum. Kendimi heyecanlandırma yeteneğinden yoksun kalmıştım. Bir bakıma iyiydi bu Otuz yedi ilkemize uygundu. Fakat ben de kupkuru olmuştum işte. Sonunda büsbütün kuruyup yok olacaktım. İşte Sevgi, bu acıklı sona varmadan önce buraya gelerek, seni eskisi gibi sevdiğimi söylemeğe karar verdim. Bunu kafamda çok kurdum, içimde çok yaşadım; kaç kere kapıya kadar geldim. Uzun provalar yaptım. Albayımla da bu meseleyi üstü kapalı konuştum. Sonunda seni eskisi gibi sevdiğimi söylemeğe karar verdim. Söze başlamak için, bundan iyi bir giriş bulamadım Seni eskisi gibi seviyorum Sevgi. Belki uzun bir süre susmalıydım önce. Sonra gözlerine bakmalıydım. Ya da boşluğa bakarak boğuk bir sesle konuşmalıydım. Hepsini düşündüm, hepsini oynadım. Sonunda, seni eskisi gibi sevdiğimi söylemeğe karar verdim. Bundan daha iyisini bulamadım bulamadım. Arkadaşlarım da bana yardımcı olmadı. Onlara da sormak isterdim ne yapmak gerektiğini. Oysa bir zamanlar benimle bu konuda çok uğraşmışlardı Yolda gördüğüm kadınlara, bir toplantıda tanıştırıldığım kadınlara, bir barda masama gelen kadınlara neler söylemem gerektiğini bana uzun uzun talim ettirmişlerdi. Buraya gelmeden önce, aynanın karşısında kendimi çok seyrettim, fakat uygun bir davranış bulamadım. Daha önce de seyretmiştim aynada kendimi Arkadaşlarımın öğrettikleri sözleri denemiştim. Fakat kadınlar, acemi bir oyuncu olduğumu hemen anladılar Lütfen yerinize oturun, dediler. Söz birliği etmiş gibi hep bir ağızdan, Lütfen yerinize oturun,’ dediler. Ben de lütfen y erime oturdum. Çünkü, ben söz dinleyen bir erkektim. Herkesin sözünü dinledim. Kendini kötülersen sana acırlar bütün kadınlar, denildi bana. Ben de kendimi acındırmak için gittim kadınların yanına Lütfen yerinize oturun, dediler. Lütfen yerinize oturun. Sonunda kendime, ben acıdım. Şimdi yerimden kalkmak, sana yaklaşmak istiyorum. Lütfen yerine otur, diyecek misin bana?” Başı ağırlaşmıştı. “Başımı taşıyamıyorum,” diye söylendi. Başını kaldırdı Sevgi yoktu. “Hayır,” dedi kendi kendine. “Gitmiş olamaz. Herkes gidebilir, Sevgi gidemez. Bunu çok iyi biliyorum. Bunun provasını çok yaptım. Burası onun evi. Hesapta bu yoktu.” Çevresini inceledi. Sevgi yoktu. Sevgi’nin evinde değildi. Bütün vücudunu bir ter kapladı. “Demek eve dönmüşüm,” diye mırıldandı. “Bu sefer de ben allahaısmarladık demişim. Elimi uzatmışım. Yatağıma uzandığıma göre demek böyle yapmışım. Sözü bir yerde bitirmesini becerememişim.” Yatakta yan döndü, yorganı üstüne çekti, “Uykum var,” dedi. “Uyumalıyım.” Oğuz Atay – Tehlikeli Oyunlar

ben aslında oyuncu değilim ama birçok oyuna dahil oldum şiiri