x5PU. SAMİPAŞAZADE SEZAİ 1859?-1936*Tanzimat Edebiyatı İkinci Dönem sanatçısı, siyasetçi, diplomat, gazeteci, yazar.*İstanbul Aksaray’da doğmuştur.*Doğduğu konak Ziyâ Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Ali Suâvi, Osman Nevres, Yenişehirli Avni Bey ve Üsküdarlı Hakkı Bey gibi önemli fikir adamı ve edebiyatçıların sık sık uğradığı bir mekân idi.*Sezai, eğitimini bu konakta özel hocalardan almıştır.*Sezâi’ye burada devrin şairlerinden Osman Nevres, Üsküdarlı Hakkı ve Yenişehirli Avni, şiir ve edebiyat zevki verir.*Fransızca hocası, onda hür düşünce fikrini uyandırmıştır.*Sezâi, henüz çocuk yaşta, Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Ekrem’le tanışır.*17-18 yaşlarında Namık Kemal ile sürekli mektuplaşmıştır.*1885-1901 arasında İstanbul’da yaşamış ve edebi açıdan verimli bir dönem geçirmiştir.*Sergüzeşt adlı romanı yayımlayarak Türk edebiyatının ilk romancıları arasına girdi.*1891’de hikâyelerini “Küçük Şeyler” adlı kitapta topladı.*1901’de Paris’e kaçtı; II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine döndü.*Çok sevdiği yeğeni İclal'in ölümü üzerine, mensur bir mersiye ile daha bazı nesir ve hatıralarını “İclal” isimli kitapta topladı.*1936’da vefat etti. Kabri Küçüksu Mezarlığı’ndadır.*Henüz on dört yaşında iken edebiyata heves eden Sezâi, söylev türündeki ilk yazılarıyla adını duyurmuştur.*Gençlik yıllarında Namık Kemal’in etkisinde kalan sanatçı, sonraki yıllarda Ekrem ve Hamid etkisindedir.*Hikâye, roman, tiyatro ve edebî tenkitle çok sayıda siyasî ve sosyal muhtevalı makale yazmıştır.*Şiirlerinde romantizmin, roman ve hikâyelerinde realizmin izlerini görmek mümkündür.*Genel anlamda "sanat için sanat" anlayışını benimsemiştir.*Edebiyat tarihinde “Sergüzeşt Yazarı” olarak tanınmıştır.*“Sergüzeşt”, Türk edebiyatında romantizmden gerçekçiliğe geçişin başarılı örneklerinden biri sayılır.*Hikâye ve romanlarında halkın içinden kahramanları kendi dilleri, çevreleri ve günlük yaşamlarıyla yansıtmıştır.*Hikâye ve romanlarında dönemine göre güçlü bir tekniğe sahiptir.*Hikâyelerinde özellikle tahlile büyük önem vermiştir.*Edebiyatımızda Maupassant tarzını benimseyen ilk hikâyecidir.*En küçük şeylerin bile hikâye konusu olabileceğini savunur.*Fransız sanatçı Alphonse Daudet’den esinlenerek yazdığı kısa öykülerle Batılı anlamda ilk gerçekçi ürünleri vermiştir.*Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk öykü örneklerini Küçük Şeyler yazmıştır.*Romancılığımızı realizme yönelten kişilerdendir.*Eserlerinde gözleme önem vermiştir.*Betimlemelerde ağır, konuşma bölümlerinde sade ve doğal bir dil kullanmıştır.*Halit Ziya’dan önce yetişen ilk büyük üslûpçu olmakla birlikte cümleleri onun cümleleri kadar sağlam değildir.*Hayatı boyunca yeni edebiyatı savunmuş, daima yeninin ve yeniliğin yanında yer almıştır.*Millî Edebiyat akımı başladıktan sonra Türk dilinin sadeleşmesi fikrini desteklemiştir.*Eserlerinde doğu ve batı kültürünün kaynaştığı görülür.*İkinci Tanzimat nesli içinde politikayla en çok uğraşan SEZAİ’NİN ESERLERİTiyatro Şîr, Mantemeden?Hikâye Küçük Şeyler, Müdafaa-i Zulüm?Roman Sergüzeşt, KonakÇeviri JackDüzyazı Rümuzul Edep, İclal-Küçük Şeyler*Çeşitli hikâye, deneme ve tercümelerden meydana gelen bu eserinde Sezâi, mukaddimede belirttiği gibi Nâmık Kemal ve Abdülhak Hâmid çizgisinden kısmen uzaklaşmakla birlikte yine de tasvirlerine şahsî duygularını katmak suretiyle romantizmden tamamen kopamadığını göstermektedir.*Özellikle realist tasvirleri dolayısıyla devrinde bir çığır açan eser Servet-i Fünuncular üzerinde büyük ölçüde etkili olmuş, gerek devrinde gerekse daha sonraki yıllarda takdirle karşılanmıştır.*Batılı anlamda ilk öykü örneklerini içerir.*Eserdeki bazı hikâyeler çeviridir.*Kitapta küçük olayları anlatan yazar, bu olayları güçlü bir dille, dikkat çeken hikâyelere yirmi yaşlarında iken kaleme aldığı bu oldukça zayıf ve acemice eser üç perdelik bir trajedi olup devrinde bir yankı uyandırmamıştır.*Şîr Farsçada “arslan” demektir.*Sanatçının ilk eseridir.*Henüz 20 yaşındayken yazdığı bu tiyatroda oldukça acemidir.*Dili oldukça sade olan eser okunmak için yazılmıştır.*Üç perdelik mensur bir trajedi olan eserde ifade bakımından Namık Kemal’in izleri açıkça hâtıra, gezi notları ve sohbet yazılarından meydana bir hikâye ile hâtıra, gezi notları ve denemelerden 1934-1935 yıllarında yazmaya başlayıp tamamlayamadığı bir roman müsveddesi olup Güler Güven tarafından yayımlanmıştır. Siyasetçi, diplomat ve yazar kimlikleriyle bilinen Sami Paşazade Sezai, 1859'da İstanbul'da doğdu. Babasının konağında özel öğrenim görerek tahsiline başladı. Burada Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca öğrendi. Görev nedeniyle gittiği Londra'da da İngilizce öğrendi. Sami Paşazade Sezai'nin "Maarif" başlıklı ilk yazısı "Kamer" gazetesinde 1874'te yayımlandı. Bu eser onun tanınmasında büyük rol oynadı. "Şir" ismindeki üç perdelik oyunu da 1879'da yayımlandı. Yirmi yaşına kadar hiçbir görev kabul etmeyen Sami Paşazade Sezai, 1880'de ilk görevi olan Evkaf Nezareti Mektubi Kalemi'ne memur oldu. Babasının vefatıyla da Londra elçiliğinde görevlendirildi. Burada olduğu sürede Fransız ve İngiliz edebiyatlarını yakından tanıma fırsatı buldu. Şapka Kanunu'na muhalefet ettiği gerekçesiyle elçilik görevinden azledilip İstanbul'a dönmek zorunda kaldı. İstanbul'da kaldığı 1885-1901 yılları arasında edebi anlamda çok verimli bir dönem geçirdi. Sami Paşazade Sezai, çok verimli bir sanatçı olmayıp "Sergüzeşt" romanıyla ön plana çıktı. Bu eseri onu Türk edebiyatının ilk romancıları arasına soktu. 1891'de hikâyelerini "Küçük Şeyler" ismindeki kitabında; bazı makale ve hikâyelerini ise "Rümuzü'l Edeb" ismindeki kitabında topladı. 1901-1908 yılları arasında Paris'te kaldı. Paris'te olduğu zaman diliminde Jön Türkler ile tanıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı. Sami Paşazade Sezai, II. Meşrutiyet'in ilan edilmesiyle İstanbul'a döndü. Hemen akabinde Madrid'e elçi olarak görevlendirildi. Oradan da İsviçre'ye geçti ve uzun süre orada kaldı. 1921 yılında tekrar İstanbul'a döndü ve emekliye sevk edildi. Çok sevdiği yeğeni İclal'in ölümü üzerine mensur tarzda bir mersiye kaleme aldı. Nesir ve anılarını da bunun yanında 1924'te yayımladığı "İclal" ismindeki kitabında topladı. Sami Paşazade Sezai, 26 Nisan 1936'da İstanbul'da zatürre hastalığından yaşamını yitirdi. Cenazesi Göksu Mezarlığı'na defnedildi. Edebi Kişiliği Tanzimat II. Dönem sanatçılarından olan Sami Paşazade Sezai, "sanat için sanat" anlayışına bağlıdır. 1874'te "Kamer" gazetesinde yayımlanan yazılarıyla tanınan sanatçı Tanzimat II. Dönem roman ve öykü yazarı olarak öne çıkar. Birçok türde eser vermesine karşın asıl ününü realist çizgide verdiği roman ve hikâyeleriyle kazanır. Roman ve öykülerinde realizm akımının etkisinde kalır. Romancılığımızı realizme yönelten kişidir. Şiirlerinde ise romantizmin etkisi görülür. Sami Paşazade Sezai'nin eserlerinde gerçekçi olduğu ve gözleme yer verdiği görülür. Roman ve öykülerinde halkın içindeki kahramanları kendi dilleri, çevreleri ve günlük yaşantısıyla olduğu gibi realist bir şekilde yansıtır. Devrine göre roman ve hikâyelerinde güçlü bir gözlem gücüne sahiptir. Küçük, önemsiz, şaşırtıcı konu ve olayları ruh çözümlemeleri ile doğal ve günlük konuşma diliyle işler. Divan Edebiyatı'na karşı çıkan Sami Paşazade Sezai, Namık Kemal ve Abdülhak Hamit Tarhan'ın etkisiyle Batı edebiyatına yönelir. Modern tarzda kısa hikâyelerin kurucularındandır. Alphonse Daudet'ten esinlenerek yazmış olduğu Batı tarzındaki öyküleri ile tanınır. "Esaret" ve "zavallılık duygusu" temaları eserlerinde önemli bir yer tutar. Özellikle "Sergüzeşt" romanı ve Batılı yazarlardan esinlenerek kaleme aldığı "Küçük Şeyler" adlı hikâye kitabı ona büyük ün kazandırır. Bir paşazade ile cariyenin aşk öyküsünün anlatıldığı "Sergüzeşt" romanında realist bir üslupla esaretin, esir ticaretinin sosyal hayattaki yerine dikkatleri çeker. Burada Kölelik kavramını eleştirir, özgürlüğü savunur. Eserde Kafkasya'dan kaçırılan zavallı ve aynı zamanda kimsesiz olan Dilber adlı kızın trajedisini konu edinir. Sami Paşazade Sezai, "Sergüzeşt" romanında köleliği eleştirip kişi hak ve özgürlüklerini savunduğundan Servetifünun romanı üzerinde etkili olur. Bu eser aynı zamanda romantizmden realizme geçiş özellikleri taşır. Eserde, özellikle de Fransız realizminin izleri ön plana çıkar. "Küçük Şeyler", Batılı tarzda modern, gerçekçi ilk öykü örneği sayılır. Bu kitap ile Sami Paşazade Sezai, Servetifünun yazarlarını etkilemeyi başarır. "Jack" ismindeki romanı Türkçeye çevirir. "Şîr" oyunu, sanatçının ilk eseridir. Çok genç yaşta kaleme aldığı için eserde acemilikler oldukça fazla yer alır. Üç perdelik ve dili sade olan oyununu sahnelemek için değil oynanmak için kaleme alır. Eserlerinde betimlemelerin olduğu bölümler hariç özellikle de konuşma bölümlerinde sade ve yapmacıksız bir dil kullanır. Eserleri Roman Sergüzeşt Öykü Küçük Şeyler Kediler İclal Hiç Düğün Düzyazı Rümuzu'l Edep Oyun Şîr Ayrıca bakınız Tanzimat Edebiyatı Hazırlık Dönemi Tanzimat Edebiyatı I. Dönem ve Özellikleri Tanzimat Edebiyatı II. Dönem ve Özellikleri Tanzimat Edebiyatı I. Dönem Sanatçıları Tanzimat Edebiyatı II. Dönem Sanatçıları Ayrıca bakınız Kitabın Adı Sergüzeşt Yazarı Sami Paşazade Sezai ROMANIN KONUSU Eserde vurgulanan en önemli konu esarettir. Hayatı boyunca satılan, ezilen, oradan oraya fırlatılan bir taş misali görülen, bir insan olarak duygu ve düşüncelerine değer verilmeyen bir esirin dramı konu edilir. Yazar insanın hayvan gibi alınıp satılamayacağını, esir dahi olsa her insanın duyguları hayalleri ve en önemlisi de bir kalbi olduğu gerçeğini ön plana çıkarır. Romanda Osmanlının batılılaşmış burjuva sınıfının eleştirili esaret kurumuna bakış açısı ve yaşlı kuşakla genç kuşağın çatışması verilir. Asaf paşa ve Zehra hanım, sosyal münasebetlerde ve evlilikte zenginliği öne çıkarır. Oğulları Celal ise zenginliğin önemli olmadığını, asıl olanın güzellik, namus olduğunu belirtir. Günümüz genç kuşağının ilgi çeken bir yönünü ele alan eser o günkü toplumda da bugüne bilgi vermektedir. Konusu gerçek hayattan alınmış bu romanda genel manada esir ticareti, sosyal sınıflar arasındaki dengesizlik, terbiye meselesi, geleneklerin sosyal hayata tesirleri başlıca unsurlardır. Ayrıca kader fikri Sergüzeşt romanında çok öne çıkmaktadır. ROMAN ÖZETİ Kafkasya’nın bir köyünde Dilber adında küçük bir kız esircilerin eline düşer. İstanbul’a getirilir. Dokuz yaşındaki güzel kız, Mustafa Efendi adında bir memura satılır. Evin hanımı serttir, kötü huyludur. Dilber’e çok cefa eder. Kızcağız bütün ağır işleri yüklenir, gücünün üstünde çalışır, öyleyken sık sık dövülmekten, aşağılanmaktan kurtulamaz. Mustafa Efendi Erzurum’a bağlı bir ilçeye atanır. Dilber’i götürmek istemediğinden bir esirciye satar. Dilber sıkıntılı yıllar geçirir. Ona müzik, okuma, ev işleri öğretilir. Ardından, satılır. Bir paşa konağına düşer. Asaf Paşa’nın ailesi görgülü ve bilgilidir. Evde dengeli bir hava vardır. Dilber burasını çok sever, ilk kez rahat eder. Ailenin oğlu Celal Avrupa’da okumuş, resim çalışmış, kültürlü ve yakışıklı bir gençtir. Dilber’i model olarak kullanır, iki genç zamanla birbirlerine yakınlık duyarlar. Sevişirler. Anne baba durumu sezince telaşa kapılırlar. Oğullarının haberi olmadan kızı bir esirciye satarak konaktan uzaklaştırırlar. Celal olup bitenleri öğrenince üzüntüden yatağa düşer. Dilber’in yeni sahibi Mısırlı bir zengindir. Kızı haremine kapamak amacındadır. Bunun için onu Mısır’a götürür. Genç kız hareme girmek istemediğinden üst katta karanlık bir odaya kapatılır. Harem ağası Cevher kıza acır, onu kurtarıp İstanbul’a kaçırmak ister. Geceyarısı odaya ip atarak yukarı tırmanır, önce Dilber’i aşağı indirir. Arkadan kendisi de inerken dengesini kaybeder, düşerek ölür. Dilber yalnız ve çaresiz kalır. Tek başına İstanbul’a gidemeyeceğini anlar. Kendini Nil ırmağma atarak intihar eder. ROMANIN ŞAHIS KADROSU KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ Romanda şahıs kadrosu olarak karşımıza iki grup çıkar Köleler ve asiller. Dilber, Cevher Ağa, Teravet kölelik kavramını vermek için seçilmiş tiplerdir. Celal Bey, Hacı Ömer, Mustafa efendi ve karısı ise aydın ve varlıklı kesimi temsil eder. DİLBER Dönemin trajik bir sahnesini yani esirliği anlatmaya çalışan ve bu çalışmasında güzel bir eser ortaya çıkararak çalışmasında başarıyı yakalayan Samipaşazade Sezai, Dilber karakterini yazıya iyi bir biçimde dökmüştür. Dilber’in küçük yaşında esirciye satılması, yaıılar sonra güzelleşip alımlılaşması akıcı bir dille anlatılmıştır. Bu güzel ve talihsiz kız kendisi için imkansız bir sevdaya tutulmuş ve sonu hüsranla biten bir yaşam sürmüştür. Romanın asıl kahramanıdır. Merkez şahıs ve devrini temsil ettiği için önemli bir tiptir. Namusuna düşkün, ölümü pahasına da olsa namusu için, odalık olma gibi kötü bir şeyi reddetme cesaretine sahip ulvi bir insandır. O, hayatta en fazla namusuna önem verir. Ve namusu için yaşar. Güzeldir ve bu güzellik onun başına hep sorunlar açmıştır. CELAL BEY Romanın ikinci önemli şahsiyetidir. Paris’te yurt dışı eğitimi gördükten sonra ressam olarak ülkesine döner ve model olarak kendisine Dilber’i seçer. Bu sırada da Dilberİn namusuna aşırı düşkünlüğü dikkatini çeker ve elinde olmadan Dilber’e aşık olur. Zenginlik içinde bir yaşam süren Celal Bey rahat bir ortamda yetişmiştir. İstediği zaman istediği şeyi yapabilme rahatlığı ona verilmiştir. Bu zenginliği onun için bir şey ifade etmez çünkü, önemli olanaın maddi zenginlik deği, gönül zenginliği olduğunu savunan nadide insanlar arasındadır. Hacı Ömer Bir esircidir merhametsiz,duygusuzdur. Mustafa Efendi kötüye kullanan ve rüşvet yiyen bir adamdır. Teravet Mustafa Efendi ve eşinin evinde Arap bir yürekli ve gaddardır. Dilber'e yaptığı işkenclerle ön plana çıkar. Latife ve annanesi Latife Dilber'in dert ortağı iyi ve aynı şekilde iyi ve kadın ve latife yardımseverdir. Cevher Ağa Harem ,iyi yürekli ,Dilber'i seven ve onun için ölümü göze alan bir kişidir. MEKÂN VE ÖZELLİKLERİ İlk olarak anlatıma esirciye sayılacağı yerin tasviri ile başlanır. Buralar ise Tophane Meydanı, Çakmakçılar Yokuşu, Beyazıt Meydanı, Aksaray gibi. Daha sonra yazar Dilber’in satıldığı evin tasvirine geçer. “odada bir hücrenin içinde bir küçük şilteden ve bundan 50–60 yıl evvel yapılmış bir hücrenin içinde Çanakkale testisi ile bir bardaktan başka bir şey yoktu.” Asaf Paşa’nın Moda’daki konağı da bir hayli geniş bir tasvirle anlatılmıştır. “Avrupai binanın deniz tarafındaki manzarayı göstermesine karşılık kara tarafındaki çınarı kestane, zeytin gibi insanı düşündüren ve esirlik içindeki hayale, lacivert göğü gösteren yüksek ışıkları, güneşin ışığını dalgalandırarak uzun gölgeleri ve hoşlukları hiçbir tarafla bağlantısı olmayan bahçeye ruhun aradığı rahat ve huzuru veriyordu…” 15 s Bu mekân tasviri Halid Ziya’dan önce Türkçe’de rastlamadığımız en güzel örnektir. Sezai’nin bütün ömrü Avrupai tarzda dekore edilmiş köşklerde geçtiğinden yazar, güzel ve rahat bir üslupla okuyucuyu sıkmadan en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmez. Dekor para ve yaşayış tarzı ile yakından ilgilidir. Avrupai bir hayat tarzını, bütünü ile benimsemiş olan Asaf Paşa ailesi, dekorda da batılı tarza önem vermiştir. ZAMAN Roman Dilber'in Kafkasya'dan yedi yaşında kaçırılmasıyla başlar Nil Nehri'ne kendini atarak boğulmasıyla son bulur. Romanda kronolojik bir zaman sıralaması gözlenmiştir. Olaylar 19. yüzyılda geçmektedir. Yaşanam zamanı bilinmemekle birlikte yazıldığı dönemde yaşanmış olabilir. BAKIŞ AÇISI VE ANLATICI Roman müşahit anlatıcıya ait bakış açısı ile kaleme alınmıştır. Yazar, esir ticareti yapanlar ve Dilber gibi esarete mahkûm olanlar arasındaki tutumunu dengeleyememiş. Her iki tipteki insana belli bir mesafeyle bakamamıştır. Yazar romanda kendi kimliğini gizleyememiş, zaman zaman araya girerek kendi düşüncelerini de eklemiştir. Ara sıra konu dışına çıkmış. Esirlik kurumunu acındıracak etki sağlamaya çalışmıştır. Yazar kendi düşüncelerini belirttiği bir bölümde “ Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan kuvvet kalıntılarının bir feryadıdır.” diyerek yorumda bulunmuştur. Dram öğelerini yer yer kullanarak eserin coşumcu bir yapıta çevirmiş. Mesela eserin 23. sayfasının ikinci paragrafında; “Aferin! Bu Kafkasyalı küçük çocuğun muzdarip kalbine ki kendisine ait olanlardan başka bir şeyi kabul etmeyerek ve bohçasını koltuğun altına alarak oda kapısından dışarı çıktı.” Demiştir. Yazar yine başka bir bölümde de okurun acındırma duygularını uyandırmak ister “Zavallı Çocuklar! Sizin o mini mini elleriniz, eski Asya vahşetini kullandığı ve birkaç yüzyıldan beri insanlığın zorbalık yükü altında inlediği esirlik zincirlerini kırmak için değil, belki kendiniz gibi küçük kuşları, güzel çiçekleri okşamak içindir.” Der. YAZARIN SÖZÜNÜ EMANET ETTİĞİ KİŞİ Sergüzeşt romanı 1889 yılında yazılmıştır. Bir insanın hemcinsi olan başka bir insanı kul edinmesi, hiçbir şekilde tasvip edilecek bir durum değildir. Ancak tarih boyunca doğuda ve batıda bir realite olarak yaşanmıştır. Dolayısıyla romanın gerçeği ile hayatın gerçeği birbirine yakındır. Eserde o dönemin esaret anlayışına ait birçok iz bulabiliriz. Mesela eserde eserlerin duygularına yer verilmemesi, bir insan olarak değil de iş yapmak için yaratılmış bir mahlûk olarak bakılması gibi bölümlere rastlarız. Dilber ve cevahiri romanda yazarın sözünü emanet ettiği kişilerdir. Geçmişinde esirlerin bulunduğu konaklarda bulunan Sezai, bu gerçekleri Dilber ile yaşamıştır. Dilber, tip olarak bir Çerkez kızıdır. Karakter olarak da devrin ve dönemin yaşantısını yansıtır. Romanda bir sınıfın trajik durumu Dilber ile öne çıkarılmıştır. Ferdi, sosyal konulara değinilmiştir. Bu konuları çok etkili, vurgulu ve eleştirel bir biçimde anlatılmıştır. Romantizminde konu edildiği bölümlere rastlamak mümkündür. Eserde yazarın sözünü emanet ettiği kişi Dilber’dir. Söylemek istediklerini onun ağzı ile bize aktarmıştır. Dilber yazarın düşünce ve fikirlerinin sembolüdür. Vakanın gözleme dayanması, ruh çözümlemelerinin tabiiliği, mekân tasvirlerinin olayın gelişmesine paralel ve kahramanların ruh halleriyle ilişkili olarak realist akımı benimser. Ancak Sezai’nin zaman zaman Namık Kemal ve Ahmet Mithat romantizminden gelen bir tavırla kahramanlarına karşı duygularını gizlemediği görülür. Mesela Cemil Bey’i beğenir; Dilber, esir kızlar, Cevher gibi kahramanlara acır; esirci Hacı Ömer, Harputlu Mustafa Efendi’nin Hanımı gibi kahramanlarına kızar. Bütün bu duygularını saklama ihtiyacı duymaz. Tanzimat dönemi Türk romanının “asıl örgüsünü teessüri mevzuların yaptığını” belirten Tanpınar, bunu on dokuzuncu asır sonlarında , “romantizmin serpintisi” olarak değerlendirir. Sergüzeşt te de “ bu hissi unsura henüz çok mütereddit bir realizm arzuyla, kibar ve satkarene hatta Avrupalıca bir hayatı aksettirmek endişeleri karışır”der. Sergüzeşt ten önce romantizm tecrübesini yaşayan Türk romanı Sergüzeşt’le realist tavrın örneğini sunar. Tanpınar “henüz çok müterreddid bir realizm “söz grubuyla bu tavrın, edebi eserde yansıması biçimine işaret eder. Ancak Sezai, bir taraftan realist tavrı benimserken, bir taraftan da Namık Kemal in üslubunu sürdürür. DİL VE ÜSLUP Sergüzeşt’in dili ve üslubu sade ve tabiidir. Kuş ve renk isimleri her fırsatta kullanılmıştır. Kuş, özgürlüğün sembolüdür. Mekan tasvirleri çok iyidir. Okuyucunun hayal dünyasına uygundur. Samipaşazade Sezai’nin ilk ve son romanı olması itibariyle diğer romanlarıyla karşılaştırma gibi bir şansımız bulunmamaktadır. Başarılı bir eser ortaya çıkaran Sezai, okuyucun bir solukta bitirebileceği bir kitap vücuda getirmiştir. Anlatım akıcı ve sürükleyicidir. Kısa ve öz olması da okuyucu için bir avantajdır. Sergüzeşt romanını esas kahramanı olan Kafkasyalı esir kız Dilber’dir. Romandaki diğer şahısların hepsi ya ona eziyet eden veya onu koruyan ve seven kimselerdir. Romana bütün olarak Dilber’e ıstırap veren insanlar hâkimdir. Romanda, Dilber hemen daima kendisine zıt kimselerle karşılaştığı ve bu kimseler Dilber’le münasebetlerine göre tasvir edilmiştir. Başta Dilber’i Batum’dan İstanbul’a getiren Çerkesler’in insani duyguları yoktur. Kendi ırklarından olan kızları İstanbul’a getirir ve satarlar. Onlara göre insan, değeri para ile ölçülen bir varlıktır. Esir kızları satın alan adam, Hacı Ömer adındaki esirci, Dilber’le taban tabana zıt “iriyarı, çirkin, vahşi, merhametsiz bir insandır. Hayatta iki şeye önem verir biri duvarda asılı kırbacı, öteki ise evine gelen zayıf mahlûkların kimsesizliğidir. Dilber’i satın alan Harput sabık Mal Müdürü Mustafa Efendi’nin karısı da kendisi gibi çirkindir. Harputlu çirkin, merhametsiz ve saygısız bir adamdır. Sosyal bakımdan Dilber ile aynı durumda olan Harputlu’nun hizmetçisi Arap cariye Taravet de hanımı gibi çirkin ve merhametsizdir. Bunlara karşılık Dilber’i sokakta baygın halde bulan ve gece evine götüren ona annesi gibi bakan yaşlı kadın asil bir çehre ve şahsiyete sahiptir. Edirnekapısı civarındaki harap, korkunç konakta Dilber ile diğer esir kızları çalgı çalan, kitap okuyan ve dertleşirken gösterir. Yazar onları tasvir ederken tatlı çocukluk hatıralarına, acı hayat tecrübelerine yer verir. Dilber Asaf Paşa’nın konağına gele kadar masum, hassas, ezilmiş bir çocuk olarak karşımıza çıkar fakat bu köşkte, ressam Celal Bey’e derin hayranlık, aşk duyguları uyandıran bir genç kız hüviyetine bürünür. Dilber den sonra romanın ikinci mühim kahramanı Celal Bey’dir. Celal Bey, refah içinde büyümüş Paris’te resim tahsili yapmış, sıhhatli, neşeli bir delikanlıdır. Bu romanda Celal bütün dikkat ve ihtirasını sanatına gömmüş gibidir. Bu yüzden sağlıksız bir tiptir. Celal Bey türlü kıyafetlere sokarak Dilber’in resmini yapmaktan hoşlanır.”Asaleti zenginlik ve sosyal mevkide değil güzellik ve kalp saflığı”nda arayan Celal Bey, bu düşünceleriyle geleneksel yapıya tezat teşkil eder. Dolayısıyla sahip olduğu sosyal statüye aykırı bir tablo çizer. Alışılmış olanı değiştirmeye yönelik tavrı, karşısında geleneksel yapıyı şiddetle korumaya kararlı bir güç bulacaktır. Onu değiştirmeye gücü yetmeyecektir. Celal Bey, Dilber’in aşka eğilimli hassas yönünün ortaya çıkmasına hizmet ederken aynı zamanda mevcut sosyal yapıya karşı çıkışında örneğini gösterir. Asaf Paşa ve ailesi son dönem Osmanlı toplumunun tüketim tarzını temsil eder. Celal’in anne ve babası, toplum kurallarını gözetme çabası yüzünden kısıtlı kişilerdir. Sergüzeşt i üstad-ı has Ekrem’in nihayetsiz kalbine ithaf ile i’lâ etmek istemiştim. Bu eserin bir meziyeti varsa onu da şimdi zir-i zeminde durmuş, fakat bâlâ-yı sermediyette ebedîü’l-halecan olan kalpten almıştır. Romanın “baştan sona kadar ezilen masum insan ile ezen kötü, anlayışsız insanlar tezadına dayandığını” belirten Mehmet Kaplan “ Sergüzeşt romanında eşya ve mekân tasvirleri, içinde yaşanılan dünyayı kurmada; şiir ve estetik duyguları telkinde önemli rol oynar. Bu bakımdan o, Namık Kemal ve Ahmet Midhat Efendi’den ayrılır” der. Sami Paşazade'nin Küçük Şeyler hikaye kitabının ilk hikayesi "Bu Büyük Adam Kimdir? ismini taşır ve bir çocukluk hatırasının hikayeleştirilmesiyle çocuk olan hikaye kahramanı, sokakta dikkatini çeken bir kişinin hal ve tavrındaki farklılığı Fransızca derslerinde okuduğu kitabın etkisiyle, büyük adamlara mahsus bir özellik olarak düşünür ve zihninde o kişiyi bir kahraman olarak yaşatmaya başlar. Rastladığı bir kavga sahnesi dahi, bu zannını , zihnindeki kurguyu bozamaz. Bu dünya, yıllar sonra bir tütüncünün gerçeği ifadesine kadar sürer. Bu büyük adam. gerçekte okuma yazması olmayan, sıradan hikayesi hayat mücadelesine "zırhsız , silahsız ; yani zayıf bir bünye, hassas bir gönül"le girmiş yirmi yaşlarındaki bir gencin yaralanışının. hayallerinin kırılışının hikayesidir. Tahsiline , yeteneğine uygun ortamlar bulamayan genç Tanzimat romanlarındaki kahramanlar gibi babasızdır. Annesinin hastalığı bir süre hayatım alt üst eder. Ali Bey gibi hayat tecrübesinden yoksun genç. sabah akşam eve gitmek için bindiği vapurda karşılaştığı "bir hüsn-i nazar-rüba"ya ilgi duymaya başlar. Bu genç kızın hep gülen yüzü onu yeni hayallere sevk eder. Bitip tükenmeyen hayaller... Sonunda bir karşılaşma ve konuşma anında kıza dikkatle bakınca acı gerçeği fark eder. Üst dudağı biraz kısa olan bu kızın tebessümü sade ona değil. "bütün aleme, bütün eşyaya" hikayesi "otuz üç senelik bir refakat"in sonunda kendisi yerine kedilerin tercih edilmesiyle hayatının en büyük kederini yaşayan bir kocanın içine düştüğü çıkmazı anlatır. Kediler bu evin her tarafım doldurmuştur ve attığı her adımda karşısına dikilmektektedirler. Evde onlar bey olmuş. kendisi uşak konumuna düşmüştür. Hanımı da hep onları düşünmektedir. Bu iktidar değişimine razı olmayınca evi terk eder ve o günü akşama kadar gideceği bir yeri düşünmekle geçirir. Akşam yine çaresiz "müteessir bir hal ilen evine dönmek zorunda kalır. Hikaye yalnızlık temini böylece. yer yer yazarının kattığı duygusal ifadelerle derinden duyurmayı başarır. "İki YÜZ Elli Kuruşa Bir Asır " hikayesi Çamlıca'nın güzelliğini tasvirle başlar. Boğaz'ı , Marmara'yı Çamlıca ile bütünleştiren sanatkarane bir tasvir. Tıpkı İntibah'ın başlangıcında Namık Kemal'in yaptığı gibi. Ancak daha gerçekçidir ve yeni bir dille yapılır. "...bu hıyabanda fikr-i şairaneye mirkat-i itila olacak kadar, meşe gibi, şimşir gibi büyümesi devirlere muhtaç olan yüksek ağaçları vardı. Bazen bir kara tavuk hıyabanın medhalinden girip ıslık çalarak bu yeşil kubbenin altından sür'at-i taycıanıyla geçerdi. Bazen gurup bu meşcereye aksedince ağacların tepeleri ziyadar bir yeşil, ortaları uçuk pembe, gökleri mai görünürdü...Hikaye, anlatıcının birkaç sene sonra Çamlıca'nın yanı başındaki bu meşcere'nin iki yüz elli kuruşa odunculara satıldığını öğrenmesi ile biter. Metne hikayeden daha çok tasvir ve izlenim üzerine kurulu bir fantazi gözüyle bakmak mümkündür. Düğün hikayesi esaret temi üzerine kumlu bir metin olarak, başta Sergüzeşt olmak üzere dönemin birçok eserinde görülen bir konuyu işlemektedir. Konağın genç beyi tarafından güzel bulunarak odalık yapılan. daha sonra bir kenara itilen Dilsitan'ın hikayesidir bu. Evin genç beyi sosyal konumuna denk biri ile evlendirilmekle ve bu amaçla düğün hazırlıkları görülmektedir. Dilsitan bu hazırlıkların ortamında gelin adayının kendisi olmadığını öğrenir. Böylece ona üzüntü ve kederinden hastalanmak verem olmak düşer. Herkes eğlenirken o son anlarını Şeyler'in son hikayesi Pandomima' Hikaye özetleri Dr. Mehmet Törenek'e aittir...

samipaşazade sezai küçük şeyler özeti